Zübeyde Duran yazdı: “Fil Kadar Küçük”
Bu kitap filleri takıntı derecesinde seven bir çocuğun hikayesi… Hayata tutunmanın, anneyi –bir “deli” de olsa- bırakmamanın, çocuk aklı ve en çok da çocuk yüreğiyle bakabilmeyi öğrenmenin hikayesi…
Zübeyde Duran - İleri Kültür Sanat
“Kimi tohumlar bir filin sindirim sisteminden geçmeden çimlenmez”
Bazı çocuk kitapları okuduğunuz birçok yetişkin kitabından daha fazla etkiler ya bazen biz yetişkinleri. “Fil Kadar Küçük” de öyle bir kitap işte…
Bu kitap filleri takıntı derecesinde seven bir çocuğun hikayesi… Hayata tutunmanın, anneyi –bir “deli” de olsa- bırakmamanın, çocuk aklı ve en çok da çocuk yüreğiyle bakabilmeyi öğrenmenin hikayesi… Jack… Sevmemek, ona hayran kalmamak hatta saygı duymamak mümkün değil… 11 yaşında, zeki, dünya tatlısı, sevgi dolu, cesur bir çocuk… Daha doğrusu; bir filin gözlerine bakmayı başardığında, yaşadığı tüm kötü şeylerin geçeceğini düşünüp file ulaşmak için tek başına kilometrelerce yol yürümeyi göze alacak kadar çocuk. Hem annesini hem kendini kollamak için günlerce birçok zorluğa rağmen cesurca mücadele edecek kadar yetişkin…
Dokuz yaşında bir kız annesi olarak kitabı okurken kızım bunu mutlaka okumalı dediğim zamanlar çok oldu. Ama bir yandan da itiraf etmeliyim ki Jack’in hikayesi –o bunu dramatik hale getirmese de- ağır bir hikaye. Bu nedenle de 12 yaş altı çocukların okumaması daha yararlı olabilir.
Şöyle ki: Muhtemelen manik-depresif bir anneyle –hastalığının ne olduğunu bilmiyoruz, Jack annesinin o günlerini “yanar döner” olarak adlandırıyor- yaşayan, babasını hiç tanımamış 11 yaşında bir çocuk Jack. Böyle söyleyince hemen, hasta bir annenin çocuğuna yaptığı eziyetler akla gelebilir. Gelmesin, çünkü normal zamanlarında oğluyla çok güzel vakit geçiren eğlenceli, farklı bir anne var karşımızda. Ayrıca hasta günleri dahil fiziksel olarak hiçbir zarar da vermiyor çocuğuna. Fakat “yanar döner zamanlarında” hayattaki tüm kimliklerinden, annelikten bile sıyrılıp nereye, belki niye gittiğini bile bilmeden yollara düşen bir çılgın.
Aslında Jack buna alışık; fakat sonuncusu onun bile tahmin edemediği bir yerde gerçekleşiyor. Üç günlük çadır tatili için gittikleri kamp alanından yelken açıyor yüreğinin sesine, hem de ilk sabah…
Annesinin daha önceki gidişinde onu çocuk yurduna götürdükleri için yeniden bunun olmasından çok korkuyor Jack. O çocuk yüreğiyle annesiyle büyüme şansını yitirmemek için kimseye bir şey belli etmeden evinden kilometrelerce uzak bir tatil kasabasında bir başına annesini arıyor. Bulamayacağını anlayınca da yolculuğun başlamasını istediği noktaya – Fil Lidya’nın yanına- gitmeye karar veriyor. Yolculuğun başında Jack annesine oturdukları yere yakın bir yerde bulunan Lidya’yı da mutlaka ziyaret etmek istediğini söylüyor, ama annesi bunu kabul etmiyor ve tatsız bir yolculukla kamp kuracakları yere geliyorlar. O yüzden de Lidya’ya ulaşmak Jack için her şeyden daha önemli hale geliyor. Lidya, Jack’in hayranlık derecesinde sevdiği “filleri”, “hayatı”, “güçlü olmayı”, “çepeçevre sarmalanmayı” ve belki de “anneyi” temsil ediyor. Eğer Lidya’yı görüp gözlerinin içine bakarsa her şey düzelecek diye düşünüyor Jack.
Aslında yanlış da değil hisleri; gerçekten de hayat orada yeniden başlıyor Jack için. Ama kitap da orada bitiyor. Oysa siz bitmesin istiyorsunuz. Çünkü kitap boyunca Jack’in yalnız başına yaşadıkları yüreğinizi burkuyor ve onu bir de güven içindeyken görmek istiyorsunuz…
Eee kitap bu, siz istemeseniz de bitiveriyor işte…
Künye: Fil Kadar Küçük, Jennifer Richard Jacobson, Çeviri: Anıl Ceren Altunkanat, İthaki Yayınları, 2015, 232 sayfa.