Politik Filmler'de bu hafta: İnsan Avı
Politik filmler serisinde bu hafta Sertaç Canbolat, Charlie Hebdo katliamı üzerinden Philip Seymour Hoffman'ın son başrolünü oynadığı filmi değerlendirdi.
Sertaç Canbolat - İleri
Günümüzün yakıcı konuları bir film tarafından nasıl yansıtılır, nasıl yansıtıldığını nasıl çözümleriz? Kimi zaman sohbetimizi renklendirsin diye hayata filmlerden örnek verirken belki de o kadar doğru bir şey yapmıyoruz...
İstihbarat servisleri, İslamcı örgütler ve Charlie Hebdo katliamının gösterisine katılan suç ortakları (diğer adlarıyla dünya liderleri) arasındaki ilişkiler konusu hazır alevlenmişken, birkaç ay önce eylül ayında gösterime girmiş bir filmden bahsetmek yerinde olur, özgün adı “A Most Wanted Man”. Filmle ilgili maddi bilgilere internetten kolayca ulaşabilirsiniz, dolayısıyla bu hazır bilgileri burada tekrarlamayacağım ki kalabalık etmesinler.
Öncelikle kısa bir hatırlatma yapayım; filmler elbette konularına göre sınıflandırılır, konu siyasi ise “siyasi film” olarak sınıflandırabileceğimiz filmler de oluyor elbette. Aslına bakarsanız gerilim, aksiyon, cinayet türlerine yerleştirilebilecek filmler de eğer güncel göndermeleri varsa böyle sınıflandırılabilir, doğrudan doğruya yaşanmış olayları konu alan filmler beklemeye başlarsak “siyasi film” yazmak için Gavras'ın Z'si gibi filmleri çok bekleriz... Açıkçası filmlerin türünden öte, filmlere nasıl bakılabileceğini daha çok umursuyorum, zira hemen her filmin belli bir yere konumlandığı siyasi bir hattı vardır; bir romantik-komedi filminin siyasi hattı da çözümlenebilir. İşte buna siyasi çözümleme demek gerekiyor. Böyle bir çözümlemenin kuramsal altyapısı başka bir yazının, hattâ başka bir mecranın konusu, ben şimdilik burada bunun bir örneğini vermeye çalışacağım.
Asıl soru şudur; böyle bir film izlediğimizde “eleştirisine” nereden başlamak gerekir? Örneğin “gerçekçi” olup olmadığını mı ölçüt almak lazım. Sahi nedir bir filmin “gerçekçi” olup olmaması? Örneğin “Breaking Bad” dizisinin yanılmıyorsam son sezonunun bir bölümünde -söz konusu sahneyi uzun uzun yazmayacağım- Walter White bir bilgisayarın sabit diskini, bilgisayarı duvara çarptırarak etkisiz hale getiriyordu. Kaç izleyici “Bir saniye yahu, sabit diske bu şekilde zarar verilemez” demiştir acaba? Zaten böyle bir tepkinin verilmesi gereken yer bir dizi değildir, gerçek hayatta, örneğin Ali İsmail Korkmaz davasında, polisin, görüntülerin kayıtlı olduğu sabit diskin bozuk olduğu ileri sürmesinde verilmesi gereken tepki budur. Mekanik bir sabit diskin aslında sizin anladığınız anlamda “bozulması” için kapağının açılması, içindeki diskin (evet içinde daire biçiminde bir disk var) kesilip yakılması gerekmesi bilgisi gerçek hayatı değerlendirirken gerekir. Bir filmin bilgisiyle gerçek hayata bakmak yerine gerçek hayatın bilgisiyle filme bakmak doğru değil midir? İş karışmaya başladı, film gerçekçi mi diye filmi değerlendirecekken gerçek hayatta neyi ne kadar bildiğimize geldik. İşin daha fazla karışmasını önlemek için soralım; bir filmi çözümlemekteki amacımız nedir? Filmin gerçeklik derecesini ölçmek midir? Örneğin bu filmde Derya Alabora'nın canlandırdığı avukat karakterinin kaçırılırken ağzının elle kapatılmamasının veya kafasına siyah kukuleta geçirilmesinin -veya burada avukatın tavrının kontrterör biriminin başı Günther tarafından psikolojik bir sorgulama aracı olarak kullanılmasının- gerçeklik çerçevesinde tartışılmasının, filmin neyi anlattığı açısından bir önemi var mıdır? Veya İsa Karpov isimli yarı Rus-yarı Çeçen İslamcı militanın Almanya'ya ilk ayak bastığı gün başörtülü Türk teyze tarafından “Tanrı misafiri” diye evinde barındırılmasının gerçeklik çerçevesinde tartışılmasının, filmde neyin anlatıldığı açısından bir önemi var mıdır? Almanya'da öyle bir kontrgerilla (Filmin içinde “kontrterör istihbarat birimi”) biriminin olup olmamasının bir önemi var mıdır? Veya bu kontrterör biriminin başındaki Günther'in ABD konsolosluğundan bir görevliyle (Bu tür filmlerde “görevli” lafı CIA yetkilisi anlamı taşır) tartışırken, bu görevlinin “Alman yasaları elimizi kolumuzu bağlıyor” dediğinde “Daha önce bağlamamıştı” demesi “Acaba CIA'nin işkence uçaklarına bir gönderme midir?” diye düşünmenin bir önemi var mıdır?
O halde filmin konusunu bir tarafa bırakalım, olay örgüsü karmaşıklığı, filmin türüne göre, seyirciyi canlı tutmak için düşünülen öğelerden sadece biridir. Bir film son tahlilde Amerikan ideallerinden bahsediyorsa olay örgüsü karmaşık olsa ne olur, karmaşık olmasa ne olur? O halde biz filmde neyin simgesel değerinin vurgulandığına, neyin nasıl temsil edildiğine bakalım: 1) Yukarıda da bahsettiğim Günther'in konuşması, filmin daha pek çok yerindeki benzer örnekler bize özetle şunu anlatıyor: Dünya üzerinde terörist olarak nitelenen İslamcı örgütler konusunda ABD'nin bilgisi olmadan adım atılamaz. 2) “Kıbrıs'tan 1.000 ton buğdayla Cibuti'ye giderken Güney Yemen'de yakıt almak için duran gemiden 100 ton buğdayın Yemen pazarına verilip, bunun geliriyle roketatar alınması; bu gemi şirketinin aslında ılımanmış gibi görünüp küresel teröre gizli destek sağlayan İslamcı kanaat önderi Abdullah'ın ilişkisi” gibi olaylar bu örgütlerin karmaşık iktisadi-siyasi ilişkilerini göstermektedir. 3) Günther'in, kaçırdıkları avukata “Siz teröristlerin sosyal yardım çalışanı gibisiniz. İslam denen bir milletin köktenci uçlarına karşı savaşıyoruz” ve diğer pek çok replikten anlıyoruz ki, savaşın tarafları köktenci İslam ve Batı'nın değerleri.
Yukarıdaki üç madde filmin ana temsil eksenini belirliyor. Dikkat edersiniz bunlar üzerinden filmi farklı bağlamlarda değerlendirmek mümkün; örneğin ikinci maddeyi öne çıkararak “Batı dünyasının İslamofobik yaklaşımının” örneği olduğu öne sürülebilir. Veya tam tersine, üçüncü maddeyi öne çıkararak, filmin, devletlerin “teröre” karşı kendilerini savunmasının yasal değilse bile “haklı” yollarının olabileceğini gösterdiği değerlendirmesini yapmak da mümkün. Evet, birbirine zıt iki değerlendirme ama film aynı film. Oysa bunun haricinde bir çözümleme ekseni daha var. Ama bu çözümlemeyi filmden hayata doğru değil, hayattan filme doğru yapmak gerek, yani farklı başlıklarda (hattâ birbirine zıt başlıklarda) filmi tartışmadan önce, hayatın ele alınışında filmin temsil düzleminin adını koymalı.
Charlie Hebdo katliamını protesto yürüyüşüne katılan ülke liderlerinin kişiliğinde, bu ülkelerin Libya'da, Irak ve Suriye'de, Afganistan'da, Pakistan'da emperyalist çıkarları doğrultusunda İslamcı yapılanmaları destekledikleri sır mıdır? Şu halde, yukarıda saydığım maddeler açısından, bu film, emperyalist devletleri, dünya üzerindeki İslamcı yapılanmaların hem doğrudan hem de dolaylı sorumluları olarak değil de bunlarla “mücadele eden” güçler olarak tanımladığını söylersek neden yanlış olsun? Ve filmdeki “terörizmle mücadele” söyleminin emperyalizmin “terörizmle mücadele” söylemine denk düştüğünü söylemek neden yanlış olsun? “Terörizmle mücadele” söylemini mevcut durumda emperyalizmin kontrgerillanın suç aygıtlarının (Ordu gücünün özelleştirilmesi örneği BlackWater) hareket zeminini ideolojik olarak haklılaştırma araçlarından biri değil midir? Gördüğünüz üzere hayata filmin üzerinden bakmak ile filme hayat üzerinden bakmak iki ayrı sonuç verir. Bir filmin bize bir takım başlıklar tartıştırmasından dünyayı algılayışımızı sakatlaması (Özetle “filmden etkilenmek”) olasılığını en aza indirgemek istiyorsak önce o filmin temsili değerini saptamalıyız. Son söz olarak eklemeliyim ki “siyah renkli istihbarat minibüsü” yetti artık! Bitsin artık bu çile.