Öznur Özkaya yazdı: “Dünya Bu Kadar”
Mahir Ünsal Eriş; ilk romanında çok sayıda karakter, yer ve olayla kolay dağılmaya müsait bir yapısı olsa da hikâyelerin anlattığı bir hikâye kurup, "Dünya Bu Kadar" derken aslında biraz da Türkçedeki ‘dünya küçük’ deyişine gönderme yapıyor.
Öznur Özkaya – İleri Kültür Sanat
Sakinledim. İşleri güçleri bir süreliğine rafa kaldırdım. İzmir Tüyap Kitap Fuarı’ndan edindiğim kitapları okuyorum iştahla. Sükûnete pek gelemediğimden olsa gerek önce “Dünya Bu Kadar”ı elime aldım. 2012’de çıkardığı "Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde" adlı öykü kitabıyla tanımıştım Mahir Ünsal Eriş’i. Şimdi birbirlerinin hayatına çeşitli şekillerde dokunmuş karakterler ve onların tanık olduğu olaylar aracılığıyla Türkiye’nin, Türkiyelinin hikâyesini anlatan, ustalıkla birbirine eklenmiş bu romanı okuyup bitirdiğimde keyif aldığımı fark ediyor ancak biraz yorulduğumu da kabul ediyorum.
“Dünya Bu Kadar”da, tüm iç içelik aslında tek bir cümleyle başlayıp bitiyor: "Bir ikindi kahvaltısı yapacaklardı. Güneş gelmedi". Bu cümleyle başlayıp bitmesinin yanında romanın iç içeliğini de tam olarak bu sağlıyor. Mahir Ünsal Eriş, bir anın, dar bir zamanın romanını yazmak istemiş ve buradan yola çıkarak ikindi kahvaltısına gel(e)meyen Güneş'in ve ailesinin hikâyesini anlatarak işe koyulmuş.
Ani geri dönüş ve sıçramalarla anı genişleterek ilerleyen kurgu Güneş'in anne, babası Turan Bey ve Mükerrem Hanım'dan Kore Savaşı yıllarına, Hasan Fehmi Bey'e; bir dönemin meşhur furyası olan evlere ansiklopedi satma işiyle ilgilenen Korhan'la Fevziye'den bu ansiklopedileri basan Nuri'ye; Kaymakam Bey'in kızı Yeliz'den Figen'e, İhsan'a, Sadun Bey'e ve hikâyenin gidişatına dâhil olan daha pek çok kahramana sahne açıyor. Romanda ilerlemeye başladığınızda karakterden karaktere geçen anlatım, yazarın ne yapmaya çalıştığına dair zihin yorma, yıllara yayılan öyküler, bambaşka mekânlar, bambaşka karakterler hücuma geçiyor. Yazar bunları nasıl bir araya getirip bir roman bütünlüğü oluşturacak diye sormaya başlıyorsunuz kendi kendinize. Eriş; çok sayıda karakter, yer ve olayla kolay dağılmaya müsait bir yapısı olsa da hikâyelerin anlattığı bir hikâye kurmuş ve "Dünya Bu Kadar" derken aslında biraz da Türkçedeki 'dünya küçük' deyişine gönderme yapmış.
Güneş'in kahvaltıya gitmemesiyle başlayan süreç, hiç soluk almadan üç defa tekrar ediyor ve merkeze doğru ilerledikçe bir girdaba dönüşüyor. Sadece karakter portrelerinden oluşmuş bir roman yazmak son derece zor ve risklidir. Yazarın derdi bize dünyanın ne kadar olduğunu hissettirmek anlaşılan; fakat, karakterlerle daha sıkı ilişkiler kurma beklentiniz varsa, bu romanın yapısı böyle bir olanağa sahip değil. Çünkü not tutarak okumadığınız takdirde keyif alsanız da romanı bitirdiğinizde aklınızda üç beş kişi ve olaydan başka bir şey kalmayacak. Ancak bu tarz bir metinde yazarın tempoyu düşürme şansı yok, başladığı hızla devam etmesi gerekiyor. Okur olarak ‘bir solukta okumanın’ fevkalade olduğunu sanırız ama algılarımızın ve duygusal tepkilerimizin yerli yerine oturabilmesi için romanlarda boşluklara, inişlere ve de çıkışlara ihtiyaç duyarız. Yine de Eriş’in ‘Gel, sana ne anlatacağım,’ diyen bir yanı olduğu aşikâr.
Ayrıca Sevgi Soysal’ın ‘Yenişehir’de Bir Öğle Vakti’ kitabına yaptığı açık gönderme ustaya saygı niteliğinde. Depremde yıkılan apartmanın adının ‘Huzur’, karakterlerden ikisinin isimlerinin ‘Selim’ ve ‘Turgut’ olması; takıcı Nuri’ye İmroz’da ‘Yaban’ denmesi de bu duruma birer örnek. Ah, söylemeden geçemeyeceğim: Yüreğime fazlaca dokundu mevsimlik fındık işçisinin kızıyla köpeğin dostluğu, bir de Afrika kökenli falcı Kara Bahtışen’in hikâyesi. Başlı başına birer roman olabilecek bu öyküleri derinlerde saklamalı.
Dünya Bu Kadar, Mahir Ünsal Eriş, İletişimYayınları, 2015, 196 sayfa.