Marksizm ve İki Kültür

Bilim ve Gelecek yayınlarından çıkan 'Marksizm ve İki Kültür' üzerine kitabın editörlüğünü üstlenen Ali Cenk Gedik'le konuştuk.

Cengiz Kılçer - İleri Kültür Sanat

Bilim ve Gelecek yayınlarından çıkan Marksizm ve İki Kültür adlı kitabın editörlüğünü üstlenen Ali Cenk Gedik ile konuştuk. C.P. Snow’un “iki kültür” kavramıyla tarif ettiği, sosyal bilimler ve doğa bilimleri arasındaki kopukluk, Marksizm için de söz konusu mu? Marksist kuram içinde, bu alanların arasında ne tür ilişkiler var? “Bilim Üzerine Marksist Tartışmalar Sempozyumu”nda bir araya gelen Marksist akademisyen ve yazarlar, bu kitapta toplanmış makaleleriyle, biyoloji, fizyoloji, tıp, fizik ve sinir bilimleri gibi doğa bilimleri alanından; sosyoloji, tarih, siyaset, dilbilim ve ekonomi gibi sosyal bilimler alanından ve felsefe, sanat, müzik gibi beşeri bilimler alanından hareketle bu sorunu tartıştılar.

-Marksizm ve İki Kültür (Bilim Üzerine Marksist Tartışmalar) kitabı, öncesi ve sonrasıyla bir nasıl ihtiyaçtan doğdu?
Aslında kitap 2013’te ikincisi düzenlenen Bilim Üzerine Marksist Tartışmalar (BÜMT) Sempozyumu’nda sunulan bildirilerden oluşan bir seçki. Sempozyumun ana teması da Marksizm ve İki Kültür’dü. Bu anlamda aslında bu sorunun yanıtı için ilk önce bu tür bir sempozyumun hangi ihtiyaçtan doğduğu sorusunu yanıtlamak gerekiyor. Benim sempozyumla ilişkilenmem ise, 2012’de düzenlenen ilk sempozyuma bir bildiri ile katılmamla gerçekleşti. Bu anlamda, bu soruyu benim yerime ilk sempozyumu düzenleyen arkadaşların yanıtlaması daha doğru olur. Diğer yandan, gözlemlerime dayanarak bu sempozyumun hangi ihtiyaçtan doğmuş olursa olsun, en azından katılımcıların hangi ihtiyaçlarına karşılık geldiğini söyleyebilirim. Aslında kitabın giriş bölümünde, belirli başlıklar üzerinden, sempozyumun hangi ihtiyaçlara karşılık geldiğinin de ipuçlarını verebilecek şekilde bir sınıflandırma yapmıştım.

Burada kısaca özetlemek gerekirse sempozyumun,

1. Sosyalistlerin bugüne kadar Türkiye’de şaşırtıcı bir biçimde ihmal ettikleri bilim üzerine politikalar oluşturabilmesi, Marksizm’in doğa bilimleri ile yeniden ilişkilendirilmesi,
2. Marksizm’in yeniden sosyal, doğal, beşeri bilimler ve sanat alanın bütünlüklü bir eleştirel sentezi olarak tahayyül edilebilmesine, 
3. Marksist yöntemin tüm bu farklı disiplinlerden gelen araştırmacılarla birlikte tartışılması ihtiyaçlarına mütevazı yanıtlar vermeye çalıştığı söylenebilir. 

Daha somut olarak kitabın tarihi üzerine konuşmak gerekirse “Marksizm Bilime Yabancı mı?” başlığını taşıyan ilk sempozyumun kapanış oturumunda, katılımcılarla birlikte bir sonraki sempozyumun ana teması “Marksizm ve İki Kültür” olarak belirlendi. Bir anlamda, ilk sempozyumda Marksizm ve bilim arasındaki ilişki daha genel bir bağlamda tartışılmıştı ve bu tartışmalar da yine daha sonra, Alper Dizdar’ın editörlüğünde bir kitap olarak basıldı. Marksizm ve iki kültür temalı sempozyum ise Marksizm ve bilim arasındaki ilişkiyi daha özel olarak Marksizm’in sosyal, doğal, beşeri bilimler ve sanat alanı ile ilişkilerini, başka bir deyişle aslında bu her bir genel kategoride farklı Marksizmler olup olmadığını ve aralarında ne tür ilişkiler bulunduğunu anlamayı amaçlıyordu. Elbette burada ihtiyaçlardan ve hedeflerden bahsediyorum, yani hem sempozyum, hem kitabın en fazla bu başlıklara dair mütevazı bir katkı olarak değerlendirilmesi gerekir.

- C.P. Snow  "iki kültür" kavramıyla sosyal bilimler ve doğa bilimleri arasında, ya da “edebi entelektüeller ile bilim insanları arasında kopukluk olduğunu saptıyor. İki kültür bir eğretileme midir, yoksa kavram mıdır?
Aslında kitap, tam da Snow’un bu sorunsalını Marksizm üzerinden tartışma çabasını temsil etmeye çalışıyor. Diğer bir deyişle, kabaca, bir tarafta Marksist sosyal bilimciler, diğer tarafta ‘Marksist doğa bilimciler olarak tarif edebileceğimiz bir yarılma Marksizm için geçerli midir?’ sorusunu yanıtlamaya çalıştık. Belki 1959’da C.P. Snow ilk kez kullandığında, “iki kültür” deyimi bir eğretileme anlamı taşımış olabilir. Ancak bugün, “iki kültür” belki Snow’un ilk kullandığı anlamından biraz daha farklı bir anlama sahip olsa da, artık işaret ettiği tek bir şey vardır, o da, entelektüel dünyadaki uzmanlaşmalardan ve izolasyondan kaynaklanan bir yarılma hali. Bu anlamda, “iki kültür”ün artık bir kavram haline geldiğini söylemekte bir sakınca görmüyorum.

-“Sosyalist bilim insanları arasında, kurumsal bilim alanları farklı olanlarda benzer bir dil-kültür” farklılığı var mı?
Öncelikle bu soruya yanıtımın olumsuz olduğunu söyleyerek başlayayım. Elbette Marksizm denince bugün, ağırlıklı olarak siyaset bilimi, politik-ekonomi ve sosyolojinin baskın olmasının benzer bir dil ve kültüre sahip olmada önemli bir etkisi var. Bu sosyal bilim alanlarına felsefe, tarih ve edebiyat gibi yine Marksizm’in güçlü olduğu beşeri bilimleri ekleyebiliriz. Diğer yandan, bu durumun kesinlikle Türkiye’ye özgü olmadığını da eklemeliyim. Yani doğa bilimleri ile ilişkili bir Marksizm’in bugün dünyada herhangi bir varlığından söz etmek mümkün değil. Bu durumu daha önce bir soruyla ifade etmiştim: ‘Neden bugün Marksistler, örneğin CERN deneylerinden Marx ve Engels’in bir zamanlar Darwin’in eserlerinden duydukları heyecanı duymuyorlar?’
Sadece Marx ve Engels için değil, ilk kuşak Bolşevikler de dâhil olmak üzere, aslında yaklaşık bir asır önce Marksizm bugün olduğu kadar daralmış bir entelektüel ufka sahip değildi. Sonuç olarak, bugün hem dünyada hem de Türkiye’de Marksizm’le ilişkilenmiş çok farklı disiplinlerden sosyalistler var, ancak, bu ilişkilenme biçimini kendi uzmanlık alanları üzerinden kurma konusunda bir sıkıntı var. Böylece, ağırlıklı olarak Marksizm konusunda sadece siyaset düzleminde bir ortaklaşmadan söz edilebilir. Bu anlamda sosyalist bilim insanlarının aynı dili kullandığı söylenebilir. Diğer yandan, Marksizm’in siyasal ifadesinde inanılmaz bir çeşitlilik de var ve belki ancak bu anlamda ve buradan kaynaklı olarak farklı dillerin konuşulduğu söylenebilir.

- 15 Eylül 1910 tarihinde Osmanlı Sosyalist Fırkası’nın kuruluşunu milat olarak kabul edersek, Türkiye sosyalist hareketinin, bilim politikası üzerine ya da Bilim ve Marksizm arasındaki ilişkiye dair bir çift sözü oldu mu sizce?
Doğrusunu söylemek gerekirse bu tür bir tarihsel bilgiye sahip değilim. Ancak kitabımız yazarlarından da olan Prof. Dr. İzge Günal’ın bu konudaki tespitini aktarabilirim. İzge hoca bir yazısında, sadece tarihi TKP’den TİP’e, Şefik Hüsnü’den Hikmet Kıvılcımlı’ya değil, günümüze kadar sosyalistlerde bu konuda ciddi bir açık olduğunu belirtiyor. Belki İzge hocanın dahil etmediği Osmanlı Sosyalist Fırkası ile tarihi TKP arasındaki 10 yılda bu konuda bir şeyler söylenmiş olabilir. Bunu da kesinlikle ironi anlamında söylemiyorum. 

- Friedrich Engels, Karl Marx'ın mezarı başında yaptığı konuşmasında: ‘Nasıl ki Darwin organik doğanın gelişme yasasını bulduysa, Marx da insan tarihinin gelişme yasasını, yani insanların, siyaset, bilim, sanat, din, vb. ile uğraşabilmelerinden önce, (…) o temel olguyu buldu.’ der. Siz ne dersiniz?
Bu sorunun cevabını belki şu şekilde özetleyebiliriz: İnsan toplumları için de doğadaki yasalara benzer yasalar var mıdır? Aslında kitabın ilk makalesinde doğa ve toplum bilimlerini Marksizm üzerinden karşılaştırarak Doç. Dr. Atilla Aytekin de bu soruyu bir biçimde ele alıyor. Ben de makalemde, üstelik tam da bu alıntıyı kullanarak, bu soruya bir ölçüde yanıt vermeye çalışıyorum. Aslında hem Marx, hem de Engels çeşitli yerlerde de doğa ve insan toplumları arasında bu tür benzerlikleri dile getirdikleri kadar, bu iki alanın birbirinden ne kadar farklı olduğunu dile getiriyorlar. Bu konuda her iki yazarın da hemfikir olduğu nokta, doğa ve insan tarihlerinin tek bir şeye, yani tarih alanına, karşılık geldiğidir. Bir söyleşinin sınırlarını aşmamak için bu ilişkiyi formüle eden Engels’in sözü yeterince açıklayıcı olacaktır. Engels, Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm broşüründe, insanların hayvanlar âleminden insanlar âlemine ancak komünizmle birlikte geçebileceğini söyler.

- “Marksizm ve İki Kültür”ü okurken sorunun ortaya konması beni nedense yine Marks'ın “1844 Ekonomik ve Felsefi Elyazmaları“ çalışmasına yönlendirdi. Nedeni George Lukács'da da görüldüğü gibi Marksizm’in bütünselliğiydi. Yanılıyor muyum?
Marksizm ve İki Kültür problemi için 1844 Elyazmalarının önemi şurada, Marx ilk kez burada insan bilimleri ve doğa bilimlerinin aslında tek bir bilime, yani, tarih bilimine karşılık geldiğini yazar. Bir anlamda aslında Marx ve Engels’in inşa ettikleri, kendi tabirleriyle, tarihin materyalist tarzda kavranışı söz konusu olduğunda herhangi bir iki kültür probleminden bahsetmek mümkün değildir. Her ne kadar Lukacs bütünlükten bahsetmiş olsa da, aslında Marksizm içinde bir anlamda iki ayrı kültür ortaya çıkmasına neden olan en önemli figürlerden birisidir. Bir anlamda dememin nedeni şu: Aslında Marksizm içinde bir tarafta sosyal bilimcilerin diğer tarafta doğa bilimcilerin yer aldığı iki kültürlü bir kompozisyon yok. Çok uzun zamandır Marksizm, neredeyse tamamen sosyal bilimlere indirgenmiş durumda. Benim makalemin başlığında da yer alan Engels(s)iz Marksizm deyimi tamamen bu indirgemeye işaret ediyor. Marksizm’in Engels’ten kurtulması operasyonu, aynı zamanda Marksizm’in doğa bilimlerinden kopuşuna da karşılık geliyor ve bu durumun ana entelektüel kaynaklarından birisi de Lukacs. Yıllar sonra bizzat Lukacs’ın kendisi bu hatasının yol açtığı tahribatı da açıkça itiraf etme cesaretini gösteriyor. Ne var ki, iş işten o kadar geçmiş durumda ki, Lukacs takipçilerinin dahi bu itirafa herhangi bir önem atfettiklerine hiç rastlamadım.

- Son olarak eklemek istediğin bir şey var mı?
Cengiz, bu söyleşi için çok teşekkür ediyorum. Son olarak da okuyuculara bu yaz üçüncüsü düzenlenecek olan “Bilim üzerine Marksist Tartışmalar Sempozyumu”nu duyurmak isterim. İzmir Şirince’de, Matematik Köyü’nde düzenlenecek sempozyumun ana teması “Ana akım Bilime Karşı Marksist Müdahaleler”. Sempozyumun ilk gününde de, Marksizm’in sosyal bilimler, doğa bilimleri, tarih ve kültür-sanatla ilişkilerine dair dört başlıkta atölye düzenledik. Sempozyumun web sayfasından daha ayrıntılı bilgilere ulaşılabilir: http://www.bilimvemarksizm.net/ana-sayfa/ 

DAHA FAZLA