Marksizm, mitoloji ve sınıf temelli yeni bir kimlik siyaseti arayışı: Bartu Bölükbaşı ile söyleşi

Marksizm, mitoloji ve sınıf temelli yeni bir kimlik siyaseti arayışı: Bartu Bölükbaşı ile söyleşi

“En büyük gururum Türkiye sağının pas tutmuş argüman cephaneliğinde çürümeye terk edilmiş Türk mitolojisini, sosyalist kimliğimle oradan çekip almak.”

Ersan Kınık - @ErsanKinik

Türk Mitolojisi Atlası isimli çalışmasıyla büyük yankı uyandıran illüstratör ve araştırmacı Bartu Bölükbaşı ile Marksizm, mitoloji ve sınıf temelli yeni bir kimlik siyaseti arayışı üzerine konuştuk.

Bölükbaşı’ya göre ülkesindeki Orta Çağ kalıntılarına karşı mücadele etmekte olan her sosyalist; mitolojinin, tarihin ve menkıbevi anlatıların dinciliğe karşı kullanılan en güçlü silahlardan biri…

Bölükbaşı en büyük gururunu ise “Türkiye sağının pas tutmuş argüman cephaneliğinde çürümeye terk edilmiş Türk mitolojisini, sosyalist kimliğimle oradan çekip almak” şeklinde dile getiriyor.

Bölükbaşı, Türk Mitolojisi Atlası’nı yayınlama amacını, Türkiye’de sosyalistlerin mitolojiyle ilgilenmesinin önemini ve sol siyasette eksik gördüğü noktaları ve gelecekte yapmayı planladığı çalışmalarını İleri Haber'e anlattı.

Sosyal medyada ve sanat camiasında tanınan birisiniz fakat bu mecraları sık takip etmeyen okurlarımız adına bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

Elbette, Eskişehir Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi / Çizgi Film-Animasyon bölümünden mezunum. Yaptığım işi tek bir meslekle ifade etmek zor, bu yüzden şöyle söyleyeyim; illüstratör ve araştırmacı yazarım. Genel olarak Türk tarihi ve mitolojisi alanında çalışıyorum. Şu ana dek yayınlanan işlerim arasında, Ahmet Ümit’in “Elveda Güzel Vatanım” romanının çizgi roman uyarlaması, kendi mitolojik serim olan Gesar adı altında bir çizgi romanım, bir fantastik romanım, bir de son dönemde adımın duyulmasını sağlayan Türk Mitolojisi Atlası bulunuyor. Eski Türk Portreleri adlı kitabım ise çıkmak üzere. Bir yandan kendi projelerimi hayata geçirirken bir yandan da yurt içi ve yurt dışında freelance olarak çizerlik yapıyorum.

‘EN BÜYÜK GURURUM, TÜRK MİTOLOJİSİNİ TÜRK SAĞININ PAS TUTMUŞ ARGÜMANLARINDAN ÇEKİP ALMAK OLDU’

Büyük ses getiren Türk Mitolojisi Atlasını yayınlarken amaçladığınız şey neydi?

Atlas şu ana dek yapılmayan bir şeyi yapıyor ve Türk mitolojisini hamasi olmayan bir düzlemde dünya mitolojileri ile karşılaştırarak ele alıyor, dahası Sibirya’dan Adriyatik’e dek geniş bir sahada dağınık biçimde bulunan Türk mitolojisinin parçalarını birleştirip sistematize edecek bir yorum getiriyor. Bu yorum sayesinde eserin Türk mitolojisini tekil ve homojen hale getirerek ileride yapılacak her türden kültürel eserin önünü açmasını amaçlıyorum. Özellikle de müzik, fantastik romanlar ve oyun sektörü için ham eser üretimi yeterince yapıldı. Bu noktadan sonra mitosumuzu daha kapsamlı hale getirecek yorumların artması gerektiğini düşünüyorum. En önemlisi de atlasın İngilizce versiyonu ile seneye uluslararası pazara çıkarak Türk mitolojisini tüm dünyaya tanıtacak olması. En büyük gururum ise Türkiye sağının pas tutmuş argüman cephaneliğinde çürümeye terk edilmiş Türk mitolojisini, sosyalist kimliğimle oradan çekip alarak, tüm görselleştirmesiyle birlikte neredeyse sıfırdan inşa edip yeniden gündeme getirmiş olmam. Bu heyecanı hiçbir şeye değişmem.

Ahmet Ümit’in kitaplarını resimlemeniz, Hazaryalı Gesar adlı bir kahraman yaratarak Türk tarihini fantastik bir temele oturtarak yorumlamanız ve Türk Mitolojisi Atlası’nı yayınlamış olmanız Türk tarihine özel bir ilginiz olduğunu gösteriyor. Bu durum sanatsal üslubunuz çerçevesinde kendiliğinden mi gelişti yoksa bilinçli bir amaç mı taşıyorsunuz?

İkisi de aynı ölçüde geçerli. Ben şanslı bir aile kültürüne doğdum diyebilirim. Babam sol Kemalist gelenekten gelen, yedi dil bilen bir nöroloji profesörü ve oldukça entelektüel bir adamdı. Annem ise farmakologdu ve çok zengin bir kütüphanemiz vardı. Çocukluğum bu atmosferde Antik Akdeniz Uygarlıkları tarihi ve mitolojisini okumakla geçti. Ortaokuldan itibaren kimlik algısının oturmaya başlaması ile birlikte Türk kültür tarihinin Grek, Mısır, İskandinav kültürlerinin yarısını kadar dahi bilinmediği gerçeği ile karşılaşmak beni derinden sarsmıştı, dahası Türk halkı böyle bir eksikliğin kaygısını dahi duymuyordu. Yakus Kadri Karaosmanoğlu'nun Yaban romanı ve Şükrü Erbaş’ın “Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz’’ şiiri yaşadığım bu travmanın bizden önceki aydın kuşağı üstündeki en yalın ifadeleridir. Halktaki bu vurdumduymazlığı sadece son yirmi yıldaki sıcak para akışının yarattığı tembellik, milli eğitimin kırk senedir adım adım kötürümleşmesi ve siyasal islamın tarikat-cemaat ağları aracılığıyla toplumsal davranış kalıplarını değiştirmesine indirgeyemeyiz. Bu durum tanzimattan bugüne süregelen özel bir köksüzlük sendromu. 

Bu köksüzlük 1908-1923 konjonktüründe Türkiye’nin burjuva devrimci kadroları tarafından da derinlemesine hissedilmişti ve bu toplumu bellek sahibi yapmak için Türk aydını resmen kendini paralamıştı. Gerek İttihatçılar gerek Kemalistler gerek 1950’li yıllardan itibaren Nazım Hikmet’in Kurtuluş Savaşı destanıyla damga vurduğu sosyalist aydınlar (aralarından beni en çok etkileyen Doğan Avcıoğlu olmuştur) farklı programlarla da olsa toplumu kök sahibi yapmaya uğraştılar. Benim de başlıca hedefim insanımızın üstüne bastığı Anadolu topraklarında bir koca çınar gibi derin kökler salmasını sağlamak. O köklerini salabilsin diye etraftaki zararlı bitkileri tek tek yolma uğraşını ise yurtseverliğin en net tanımı olarak görüyorum.

‘MODERN ANADOLU TÜRKLERİ NE KADAR İÇ ASYALIYSA, O KADAR DA ANADOLULUDUR’

Anadolu topraklarından bahsetmişken ‘’Anadolu uygarlık mirasını içermeyen bir Türk kimliği yarım kalır’’ diye bir ifadeniz var. Bunu detaylandırabilir misiniz?

Elbette. Ülkemizdeki tarih algısı ve bu tarih algısı üstüne inşa edilmiş kimlik algısı ne yazık ki sefil durumda. Günümüzde Türk kimliği özellikle 1950’de başlayan Demokrat Parti karşı devriminin ve 12 Eylül 1980 Amerikancı darbesinin etkisiyle siyasal islamcı bir hamaset kafesine hapsedilerek kurgulamış durumda. Devlete itaati esas alan, azınlık kimlikleri tümüyle yok sayan, devlete ve sermayeye karşı yürütülen her türlü sosyal hak mücadelesini ‘’ihanet’’ olarak yaftalayan neo-Osmanlıcı bir kimlik algısı bu. Türklüğü Selçuklu ve Osmanlı geleneği ile başlatıyor ve Emevi stili bir ümmetçi kimliğe doğru büküyor. Dahası Müslüman olmayan, farklı kimliklerden ve cinsel yönelimlerden yurttaşlarımıza karşı düşmanlık vaaz ediyor. Devlet eliyle yukarıdan aşağı dayatılan bu kimlik tipi ülkemizin yüz yıllık modernizasyon birikimini hiç ederek toplumu basmakalıp fetişlere sıkıştırıyor. Bu durum da müthiş bir kimlik şizofrenisi yaratıyor ve özellikle dünyaya entegre olabilen en eğitimli kesimlerde kimliğin terk edilmesine kadar uzanan bir çöküş yaşanıyor. Devletin makul gördüğü Türk kimliği islamlaşmış Oğuz boylarıyla başlayan ve devleti kutsayan Bizans-Sasani-Osmanlı despotizmlerinin bir uzantısı iken bu algıya karşı daha çok AB’ci liberallerin, azınlık milliyetçiliğinin ve bir grup siyasal islamcının da dahil olduğu “Bizim Orta Asya ve Türk kültürü ile hiçbir ilgimiz yok, biz Anadoluluyduk Türkler sonradan gelip bizi kese kese Türkleştirdi” söylemi var. Bir de bu ikisine tepki olarak Orta Asya’yı fetişleştiren, Anadolu coğrafyasındaki yerel halklarla herhangi bir genetik ve kültürel ortaklığı olduğunu reddeden ve daha çok alt-right/neo faşist gruplar tarafından benimsenen romantik ve özcü bir Türklük tanımı da yapılıyor. Bu yaklaşım ilk iki hatalı yaklaşıma karşı tepkisel olarak geliştirilmiş fakat bu da hatalı. 

Aslında sağlıklı bir Türk kimliği inşasına ilk girişen kişi bizzat Mustafa Kemal Atatürk’tü. Atatürk İç Asya Türklüğü ve Anadolu uygarlığını bir bütün olarak baz alarak çok doğru bir girişimde bulundu. Türk tarih tezi olarak bilinen bu yaklaşım Belleten dergisinde adım adım kurgulandı. Bilimsel bakımdan yanlış olan ise Hititler, Hattiler, Likyalılar, Frigler gibi yerli uygarlıkları da Türkler gibi Ural-Altay dili konuşan ‘’Ön Türkler’’ olarak sunmasıydı. Bununla amaçlanan şey Anadolu Türklerinin melezliği ihtimalinin üstünden atlamaktı çünkü 1930’ların küresel konjonktüründe başta Fransa, Almanya ve İtalya olmak üzere tüm ulus devletler kendi geçmişlerini tek bir dil konuşan homojen Adem ve Havvalardan çoğaltmaya çalışıyordu. Dolayısıyla Kemalistlerin girişimi samimi fakat bilimsel araçları hatalıydı. Gerçek ise bugün haplogrup testlerinden açıkça görebildiğimiz üzere İç Asyalı Türklerin daha ortaya çıkışlarında Europid ve Mongoloid unsurların melezliğine dayanan bir toplum oldukları ve Anadolu’ya uzun bir süre zarfında dalga dalga gelerek yerel Aryan ve Akdenizli toplumlarla karışıp zaman içinde onların etnogenezini değiştirdikleridir. 

Dolayısıyla modern Anadolu Türkleri ne kadar İç Asyalıysa o kadar Anadoluludur ve kimliklerini belirlemek için bu iki kültürel miras arasında seçim yapmalarına gerek yoktur. İkisinden biri sahiplenilmezse kimliğimiz yarım kalır. Bugün Fransa hem Galya hem Roma hem Franklar üstünden Cermen mirasını Fransız kimliğini tanımlamak için bir bütün olarak kullanıyor. Aynı biçimde İngiltere hem Briton Keltlerini hem Romalıları hem de Anglo-Sakson kabilelerini İngilizliğin ölçütü yapıyor. Biz de kimliğimizi inşa ederken benzer biçimde İç Asya Türklüğü ve Anadolu uygarlıklarını bir bütün olarak anlamalı ve anlatmalıyız. Bu bakış açısı bugünkü toplumsal kimlik bunalımı sorunumuzu çözecektir diye düşünüyorum.

‘TÜRK MİTOLOJİSİ TEMASI İLE ESER ÜRETEN İLK SOSYALİST BENİM’

Birçoğumuz sizi TİP Genel Başkanı Erkan Baş’ın serginizi ziyaret etmesi ve kendisine ait ‘’Yaşamak için Sosyalizm’’ kitabını resimlemeniz ile tanıdı fakat dostluğunuzun uzun yıllara dayandığını öğrendik. Türk tarihi ve Türk mitolojisi temaları ülkemizde genel olarak sağ siyasetin işlediği konular olarak görülürken siz bir sosyalist olarak bu alana girdiniz ve yaptığınız çalışmalarla toplum nezdinde büyük bir takdir ve popülerlik kazandınız, buna rağmen yaptığınız işi görüşlerinizle bağdaştıramayanların varlığı da söz konusu. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Açıkçası bağdaştıramamalarını anlayışla karşılıyorum çünkü Türk mitolojisi temasına bütünlüklü bir biçimde girip eser üreten ilk sosyalist benim. Marksizm tarihi boyunca Avrupa ülkelerinden mitolojiyi sosyal mücadelenin parçası yapmaya çabalayan kimi sosyalist aydınlar geldi geçti fakat ülkemizde benim ilk örnek olmamdan dolayı bir kafa karışıklığı olması normal. Okurlarım hedeflerim ve yöntemlerim arasındaki bağlantıyı net biçimde görüyorlar. Her şeye rağmen bahsettiğiniz üzere çoğu kişi Türk mitolojisi temasını gördüğü anda peşin hükümle sağ bir politik içerik bekliyor.

Sosyal medyada ilk katıldığım programlardan bugüne siyasi konularda fikrim sorulduğunda görüşlerimi açıkça paylaştım fakat Türkiye’deki siyasal sıkışmışlığın neticesi olarak insanlar sizin cevaplarınızı kendi kafalarındaki siyasal yelpazeye yerleştiriyorlar. Bu yelpaze o kadar dar ki Kemalizm dediğiniz anda Kemalist, Türk dediğiniz anda Türkçü, Kürt dediğiniz anda Kürtçü oluyorsunuz. LGBTQ+ dediğinizde liberal, Alevi dediğiniz anda Şiilik sempatizanı olduğunuzu düşünüyorlar. Bu durum toplumsal düzeyde müthiş bir cahillik yaşandığını göstermesiyle birlikte siyasal söylemlerin kendi ideolojik dönüşüm potansiyellerini kaybettiklerini ve kimlik siyasetinin en yoz biçimlerinden birinin üstümüze karabasan gibi çöktüğünü gösteriyor. Erkan’la 2013’ten beri tanışıyoruz, benim üniversite öğrencisi olduğum o yıllarda aynı siyasi partinin üyesiydik. Zamanla o siyasi çizgi Türkiye İşçi Partisi’ne dönüştü. Erkan bugüne dek omuz omuza mücadele etmekten onur duyduğum ve kendisine büyük hayranlık beslediğim dostum, yoldaşım ve ağabeyimdir. Instagram’da ilk paylaşımlarımdan bazıları arasında Erkan Baş ve Barış Atay Mengüllüoğlu ile fotoğrafımın yanı sıra 1 Mayıs için özel olarak tasarladığım posterler var. Buna karşın görünür olmaya başladığım dönemde Türk tarihi ve mitolojisi temasında çalıştığım için insanlar otomatik olarak Türkçü olduğumu düşündüler. 

Bu durum doğal çünkü ne yazık ki Türkiye solu 1980 darbesinin ardından halk kültüründen tamamıyla kopartılmış ve siyasi gettolara sürülmüş durumda. Oradan nadiren çıkmaya çabalıyor ve çıkmaya yönelik en ufak bir adım attığı anda gerek Türkiye sağı gerekse Kürt milliyetçiliği tarafından o gettoya yeniden sürgün ediliyor. Türkiye solu kendi sosyalist programını inşa ederek iktidara yürüyecekse toplumla iletişim kurarken Server Tanilli, Korkut Boratav, Abidin Dino, Nazım Hikmet, Yalçın Küçük, Taner Timur, Erdoğan Aydın gibi aydınlarımızın izinden giderek Türk kültür tarihiyle yeniden ilişkilenmek zorunda. Elbette sosyalist bir perspektifle ve daha önce yapılan hata gibi Türklerin kültürel mirasını faşizmin hoyratça kullanımına terk etmeden. Evet ülkemizde dezavantajlı kesimler, devletin hegemonik araçlarıyla baskı altında tuttuğu kültürler var ve dayanışmada bunlara öncelik tanıyoruz fakat tek adam rejimi altında ümmetleştirilmeye direnen laik ve cumhuriyetçi Türkler de artık o ezilen kesimlerin parçası haline geldi. Hem sol/sosyalist kamuoyunun hem de Türk halkının bu gerçeği idrak etmesi lazım. 

Öncelikle somut durumun somut tahlilini cesurca yapacağız. Son yirmi yılın sonunda Türkiye geri kalmış, siyasal islamcı ve vahşi kapitalist bir ülke. İktidar topluma hiçbir güncel başarı ve refah sunamıyor. Bu sebeple tarihsel rezervden çekilmiş başarıları sürekli toplumun gündemine getirip bunları tartıştırarak güncel politikalarına onay üretiyor. Elindeki tarih torbasından yeri geliyor Suriye düşmanlığı yapmak için Yavuz Sultan Selim’i çıkarıyor, Yunanistan ile bir gerilim olduğunda aslında Grek kültürüne hayran bir rönesans aydını olduğuna bakmaksızın cihatçı militan benzeri garip bir Fatih Sultan Mehmet icat ediyor, Eğer Türkiye ilericiliğini hedef alacaksa Abdülhamit’i karşımıza çıkarıyor. Türkiye halkı ise modernizasyonunu tamamlamış, eğitimli, orta sınıf ve müreffeh bir toplum olmadığından menkıbevi bir düşünce yapısına sahip bu yüzden asla iktidarın kendisine sunamadığı refahı ve elde edemediği sosyal hakları tartışmıyor, 16’ncı yüzyılda kalmış bir askeri başarının coşkusunu 2023’te yaşayarak kendi kamusal varlıklarının yağmalanmasını güle oynaya destekliyor ve hamasetle yönetilmeye boyun eğiyor. Biz bir yandan bu propagandaya siyasi mücadele ile yanıt verirken bir yandan da bu mücadelenin menkıbevi-epik kısmını inşa etmeliyiz. Rasyonel siyaseti irrasyonel coşkuyla takviye etmeliyiz. Onlar Osmanlı-Selçuklu-Emevi geleneğine yaslanıyorsa sol Babailer ve Celaliler geleneğine yaslanmalı. Mezhepçilik yaptıklarında sol Şeyh Bedrettin’i hatırlatmalı, Hünkar Bektaş-ı Veli, Yunus Emre ve Kaygusuz Abdal’ı tanıtmalı. Cumhuriyet düşmanlığı yaptıklarında hiç tereddüt etmeden İttihat Terakki ve Kemalistleri bilince çıkarmalı. Sol siyaset mücadelesini bu hattan 1968 kuşağına ve Gezi Direnişi’ne bağlamalı. Toplumsal bellek böyle inşa edilir.

‘GEÇMİŞTE BAŞARIYLA KULLANILMIŞ BU YÖNTEM, SOSYALİSTLER TARAFINDAN YENİDEN KEŞFEDİLMELİ’

Katıldığınız yayınlarda Marksizm ve halkbilim arasındaki ilişkiye atıf yapıyorsunuz. SSCB’nin Rus mitolojisine katkısından sık sık bahsediyorsunuz. Türkiye’de bir sosyalist neden mitoloji ile ilgilenmeli sizce? 

Mitolojilerin 19. yüzyılda toplumun gündemine sokulması tamamen siyasidir. Avrupa’yı kasıp kavuran burjuva devrimler çağında ulusçu aydınlar aynı ulusal kimliklerini inşa edebilmek için toplumu çevreleyen dinsel Orta Çağ kimliğini içerden parçalayacak bir enerji arayışına girdiler. Kısa sürede ulusal kimliğin inşa edilmesinde ve dini otoritelerle mücadelede en etkili yolun her toplumun kendi pagan mirasını belleğine geri kazanması olduğu fark edildi. Gerek geç rönesansta Greko-Romen uygarlığın Katolikliğe karşı konumlandırılması gerek Fransız devrimi ile birlikte patlayan ve Kelt kültürüne yönelik aydın tutkusu olarak tanımlayabileceğimiz Keltomania coşkusu gerek gençliğinde tutkulu bir Komünist olan Richard Wagner’in operalarında en renkli hallerini gördüğümüz Cermen tanrıları, burjuva ulusal devrimlerin estetik alandaki yansımalarıydı. Kemalistler de bu devrimci mirası takip ederek Türk Şamanizm’ini ve mitolojisini araştırmaya koyuldular. Bir yandan Osmanlı’dan kalma ümmet kimliği eski Türk estetiğine dayanarak tasfiye edilirken bir yandan Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi (DTCF), Belleten Dergisi, Hasan Ali Yücel’in çeviri girişimi ve köy enstitüleri aracılığıyla halk aydınlanması gerçekleştirildi. Aynı dönemlerde kuzeyde genç SSCB sosyalist devrimini henüz gerçekleştirmişti ve Bolşevikler kendi ümmetçi kimlikleri olan Ortodoksluğu nasıl tasfiye edeceklerini tartışıyorlardı. 

Lenin’in başını çektiği ekip militan bir ateizm önerirken kendilerine “Tanrı imalatçıları” anlamındaki “Bogostroiteli” adını veren küçük bir aydın grubu Rus paganizminin diriltilmesini ve Hristiyanlığı toplumsal bellekten silecek yeni bir halk dini olarak örgütlenmesini savunuyordu. Eserlerine hayranlık duyduğumuz Gorki, Lunaçarskiy ve Bogdanov bu aydın topluluğunun üyesiydiler. Hareket Lenin tarafından “yeni bir din kurgulamaya çalışmakla” itham edildi ve hızla tasfiye edildi. Nitekim SSCB yıkıldığında Hristiyanlığın da birçok orta çağ kalıntısı kurum ve adetle birlikte hortlamış olması bana kalırsa bu yanlış kararın sonucuydu. Halkın tümüyle rasyonel yönüne çağrı yaparken irrasyonel yönünü dönüştürmeye dair hiçbir reçete üretilmemiş olmasının bedelini böyle ödemiş oldular. Dolayısıyla Bogostroiteli hareketi benim mitoloji çalışmalarıma dönük perspektifimde en büyük ilham kaynağımdır. Ülkesindeki orta çağ kalıntılarına karşı mücadele eden her sosyalist mitolojinin, tarihin ve menkıbevi anlatıların dinci gericiliğe karşı kullanılmış en güçlü silahlardan biri olduğunu bilmelidir. Geçmişte başarıyla kullanılmış bu yöntem bugün de sosyalistler tarafından yeniden keşfedilmeli ve sosyal mücadelemizin bir parçası yapılmalıdır. Siz bunu yapmadığınız takdirde rakipleriniz aynı anlatıları alıp kötürüm hale getirene dek hamasetle sakatlayacak ve size karşı kullanacaktır. Dolayısıyla bu bir tercih değil zorunluluktur. 

‘POPÜLER KÜLTÜRLE TEMAS EDEBİLMELİYİZ’

Sol siyaset adına bahsettiğiniz eksiklikler nasıl bir yöntemle giderilebilir?

Öncelikle Marksist klasikler dışında hiçbir şey okumama saplantısının terk edilmesi lazım. Bu saplantı 1980 sonrası siyasi topluluğu dış etkilerden korumak için geliştirilmişti fakat artık bizi sakatlayan ve çağa adapte olmamızı engelleyen bir tür cemaatleşme yaratıyor. Popüler kültüre temas edebilmeliyiz, aksi takdirde tütün saran, çerçeve gözlüklü, parkalı, kirli sakallı ve bol acılı türküler dinleyen bir solcu tipi ortaya çıkıyor ve emin olun bu klişe tipleme solun kitleselleşmesi önündeki en büyük engeldi. En azından şu ana dek. TİP ilk defa bu klişeleri teker teker kırarak değişik mecralardan yazarları, çizerleri, Rock ve Jazz müzisyenlerini, tiyatro yorumcularını, alt kültür tutkunlarını bünyesinde toplayabilecek kadar büyük bir atılım gerçekleştirdi. Farklı toplumsal kimlikler, mücadele alanları ve estetik eserlerle temas etmeye ve bunları yorumlayabilmeye ihtiyacımız var. İçimize kapanıp “küçük olsun bizim olsun” takıntısını geride bırakmalıyız. Barış Atay’ın Babala TV yayınında müthiş bir performansla yaptığı gibi veya Erkan Baş’ın katıldığı çeşitli medya mecralarında sabırla tekrar ettiği üzere bize yabancı ideolojiler ve kesimlerle daha sık temas etmemiz lazım. Bunu başarıyla gerçekleştirdiğimiz örneklerde yetmiş yıldır dinci, milliyetçi ve anti komünist lügatla yetişmiş insanlar aslında doğrudan tanıma fırsatıyla hiç karşılaşmadıkları sola dair ön yargılarının ne kadar temelsiz olduğunu fark ediyorlar ve şu an yaşadığımıza benzer büyük bir kitleselleşme dalgası yakalıyoruz.  

Ankara’da gerçekleştirdiğiniz ‘’Kök’’ serginizdeki söyleşinizde enternasyonalist bir mitoloji yorumlamanız olduğundan bahsettiğiniz. Nefret değil ortaklık körüklemek istediğinizi söylediniz. Bu ifadenizi biraz açar mısınız?

Mitolojik öyküler günümüze bazı örneklerde devleti kutsamak ve devletin toplum üstündeki hakimiyetini pekiştirmek için kullanıldı. Naziler ve Japon monarkofaşizmi bunlara birer örnektir fakat bu tek yanlı tarih okumasına mecbur değiliz. Mitolojinin kullanım biçimi de bu tip faşist bir projeksiyondan ibaret değil. Tam tersi de yapıldı. Mitoloji devlete karşı toplumu ve istibdat rejimlerine karşı özgürlük ve dayanışma talebini yükseltmek için de kullanıldı. Efsaneler Finlandiya örneğinde görüldüğü üzere kimlik bunalımı yaşayan bir toplumu kimlik sahibi yapmak için ve SSCB deneyinde görüldüğü üzere eşitlikçi ve özgürlükçü bir perspektifle, örgütlü gericiliğe karşı etkili bir mücadele aracı olarak kullanılabilir. Hele hele bizimki gibi siyasal İslamcı rejimlerde mitoloji toplumun ümmetçi kimliğin prangalarından kurtulmak için kullandığı tarihsel bir malzeme görevi görür. İranlı rejim muhalifleri bu yüzden Zerdüştlüğü kültürel bir kimlik olarak diriltmiş durumdalar. Kürt siyasetinin erken dönemlerinde yine aynı Zerdüştlük devrimci Kürt gençliğini ümmetçi kimliğin dışına çıkarabilmek ve onlara tarihsel kimliklerini hatırlatmak için kullanılmıştı. Esasen İran’ın 7’nci yüzyıl Sasani imparatorluğuna ait Demirci Kawa destanının Kürtlerce benimsenmesi de aynı sebeptendir. Kemalist devrimin Osmanlı feodal kültürünü tasfiye ederek Türk ulus kimliğini inşa ederken başta Ergenekon’dan çıkış olmak üzere Şamanist Türklerin efsanelerine başvurması da bir örnektir. Bu farklı örnekler arasındaki ortaklık toplumlarını değiştirmek isteyen devrimcilerin karşılarındaki malzemeyi dönüştürebilmek adına tarihten kültürel motifler çekerek yeni kimliğin inşasında kullanmalarıdır.

Bizim örneğimizde Enternasyonalist mitolojik kavrayış tarihsel kimlikleri yok eden dinci ve ırkçı gericiliğe karşı tüm kültürleri pagan geçmişlerine özellikle sahip çıkarak değerli gören, bu kültürleri birbirlerinden beslenen ve omuz omuza mücadele edebilen geniş bir kimlikler cephesi formunda örgütleyebilmektir. Elbette sınıfsal zeminde buluşmalarını sağlayarak, aksi takdirde kimlikler sonsuza dek birbirini yadsıyarak çatışmaya devam ederler. Dolayısıyla bu cephe siyasi bakımdan sosyalist, kültürel bakımdan ise neo-Pagan bir hattır. Ben Türk tanrılarını ve kahramanlarını resmederken başka başka arkadaşlarımızın da Çerkes ve Kürt mitosunu, Anadolu Rumları, Ermenilerin ve Süryanilerin efsanelerini resmetmelerini isterdim. Ortaya çıkan eserler bir bütün olarak sergilenirdi ve üretilen bu değer hepimize, bu toprakların tüm insanlarına ait olurdu. Düşlediğim dayanışma budur. Dede Korkut’un Demirci Kawa ile buluştuğu, Setenay’ın Hayk ile kol kola olduğu sahneler. Bizim yurdumuz ile de sınırlı kalmasın, bu topraklardan yükselip dünyanın tüm kültürlerinin mitolojileri ve kahramanlarıyla iç içe geçsin isterim. Bu dayanışmanın gerçekleşmesinin önündeki en büyük iki engel ortaya çıkış sebebi ister saldırgan ister tepkisel olsun her türden etnik milliyetçilik ve dinciliktir. Dünyanın tüm mitoslarını bu şekilde enternasyonalist bir perspektifle tek potaya toplayarak yeni nesillere doğa ve hayvan sevgisi aşılamak için, güçlü bir kadın hareketine rol modeller sağlamak için, cinsel yönelimlerin özgürlüğünü vurgulamak için, tüm canlılığı birbiriyle ilişkili bir bütün olarak görmek ve kimliğimizi içinde yaşadığımız doğa ile bütünleştirmek için kullanmalıyız. Bunları yaptığımızda ortaya çıkan yaşam coşkusu her türden gericiliğin en büyük panzehri olacaktır. Yapmaya çalıştığım şey budur.

‘TÜRKİYE’DE DÜZENSİZ GÖÇ SORUNU VARDIR VE BU SORUNUN MUCİDİ AKP’DİR’

Türkler ve Kürtlerin mücadelede ortaklaşması gerektiğinden bahsettiniz fakat birçok kişi göçmen sorunundaki tutumunuzu sert buluyor. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

Öncelikle Türkler ve Kürtler her türlü soruna rağmen yüzlerce yıldır beraber yaşayan, bir modernleşme tecrübesine sahip ve hiç olmazsa 1960’ların Türkiye İşçi Partisi örneğinden beri emek ve demokrasi eksenli mücadelede ortaklaşmış toplumlardır. Bununla birlikte bu iki toplum aynı zamanda hem nicelik hem nitelik bakımından günümüz Anadolu’sunun hakim kültürleridir de. Dolayısıyla Türkler ve Kürtlerin İttihat ve Terakki dönemine dek uzanan devrimci ortaklıklarının karşısında herhangi bir göçmen topluluğunun çeşitli siyasi emellerle düzensiz biçimde ülkeye sokulması ve bu ikisine karşı üçüncü bir meşru kimlikmiş gibi sunulmasını art niyetli ve ahmakça buluyorum. Bu ülkenin yasal sahipleri hangi etnik kökenden olurlarsa olsunlar cumhuriyetin yurttaşları olan Türkiye halkının tamamıdır ve bu sahipliğin oluşumu için yüzlerce yıllık mücadele birikimi gerekir. 

Pusulayı şaşmamak adına Türkiye’de bir düzensiz göç sorunu olduğunu ve bu sorunun mucidinin AKP olduğunu net biçimde belirtmek istiyorum. Bu insanların burada olmalarının sebebi AKP Türkiye’sinin de aralarında bulunduğu NATO ittifakının Suriye’deki radikal örgütleri destekleyerek rejim değiştirmeye çabalamasıdır. Bunun sonucunda gerçekleşen siyasi istikrarsızlık ortamında gelişen IŞİD gibi örgütler yüzünden milyonlarca insan yurdunu terk ederek başta Türkiye olmak üzere çeşitli ülkelere sığındılar. Türkiye gerek direnen Suriye hükümetinin insan gücünü azaltmak için gerek gelenleri Türkiye kapitalizminin ucuz işgücü rezervi haline getirmek için açık kapı politikası uygulayarak milyonlarca insanı ülkeye doldurdu. Bunu Afganistan ve Irak gibi farklı ülkeler bazında da sistematik olarak uyguladı çünkü bir yandan da 20 yıldır teslim alamadığı laik kamuoyunu yeni gelen İslamcı nüfusla nicelik bakımından baskılayarak dönüştürebileceğini düşündü. İyi kötü doksan yıllık laik ve şeklen de olsa demokratik bir cumhuriyet tecrübesi olan ve uluslaşabilmiş Türkiye halkı ile göçmenler arasında müthiş bir kültürel uyumsuzluk mevcut. Gelenler laik kültüre, medeni hukuka ve kent ortamına yabancı, insani gelişmişlik endeksi düşük ülkelerin yurttaşları. En kötüsü de AKP sayesinde burada barınabildiklerinin farkındalar ve siyasal İslamı kendilerinin hamisi olarak görüyorlar.

Hal böyleyken bu konuda çoğu arkadaşımızda bir kafa karışıklığı olduğunu düşünüyorum. Enternasyonalist tavır sınırdan her atlayana vatandaşlık verilmesi değildir. Bunun sonuçları müthiş bir kaos, güvenlik açığı ve bu güvenlik açığını kullanarak iktidara gelecek faşist partilerdir. Aldığı kaçak göçmen sayısı iki milyonu bulmayan AB ülkelerinde bu yüzden faşist partiler pıtrak gibi çoğalarak iktidara geldiler. Avrupa solu göçmen yanlısı politika yüzünden silinip gitti. Kontrolsüz göç toplumu kozmopolitleştirerek sola çekmedi, tüm gücüyle en sağa savurdu ve yerel halkları ırkçılaştırırken göçmenlerin önemli bir bölümünü IŞİD türevi dinci terör örgütlerinin sempatizanı haline getirdi. Türkiye’de de neo-faşist partiler bu yüzden taban buluyor ve göçmen düşmanlığı ile yetinmeyerek onu tramplen gibi kullanıp Kürt düşmanlığı da yapıyorlar. Akılcı bir çözüm üretilmediği takdirde bizim solumuzun kaderinin de Avrupa solu gibi olacağından korkuyorum. Bu bağlantıyı görmemek için kör olmak lazım.  AB ülkeleri Ruanda, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Türkiye gibi ülkelere göçmenleri tutmaları için milyarlarca dolar öderken Alman vakıfları finanse ettikleri sivil toplum ve medya kuruluşları aracılığıyla “Göçmenlerin neden Türkiye’de kalması gerektiği” hakkında insan hakları vaaz ediyorlar. Bu iki yüzlülüktür.

Suriye savaşının kızıştırıcısı batıdır. Yapılması gereken geri kabul anlaşmasını derhal iptal etmek ve gitmek isteyenleri AB ülkelerine geçirmektir. Gitmeyenler ise seçimlerden sonra Suriye hükümeti ile yaşanacak siyasi normalleşmenin ardından ülkelerine döndürülmelidir. Türk yasaları ülkenin doğusundan ve güneyinden gelenlere mülteci statüsü tanımıyor. Bu kişiler geçici misafirlik statüsündeler ve yukarıda saydığım sebeplerden ötürü savaş biter bitmez dönüş kaçınılmazdır. TİP’in göçmen sorununda geri kabul anlaşmasını iptal etmeyi programına alması son derece aklı selim bir hamledir fakat Emek ve Demokrasi ittifakının programında gitmek istemeyenlere mülteci statüsü tanınmasını öngören ifade son derece yanlıştır. Türkiye gibi siyasal islamcı baskının altında sıkışmış, müthiş bir ekonomik kriz yaşayan ve toplumun %90 oranında göçmenlerin ülkelerine döndürülmesi talebinde birleştiği bir ülkede göçmenlerin kalmasını savunmak benim düşünceme göre siyaseten intihar olur. Bu kadar net konuşmak gerekir.

Yeni yayınlanan Eski Türk portrelerinden sonraki projeleriniz hakkında ipucu verir misiniz?

Eski Türk Portreleri siyasal islamcıların Türk toplumunun belleğinden silmeye çalıştıkları tarihsel figürleri yeniden bilince yükseltmek için yazıp çizdiğim bir kitap. Bunun yanı sıra Türk kimliğini yeni bir estetik anlayışıyla ele almayı amaçlamıştım ve geri dönüşlere bakılırsa toplum bu yeni yaklaşımı hayli beğenmiş görünüyor. Bundan sonra eski Türkler hakkındaki çalışmalarıma bir süre ara vererek Anadolu mitolojisi ve kahramanlarına eğileceğim. Kimliğimizin yarısı orada sahipsiz dururken içim başka bir projeyle uğraşmaya el vermiyor.

Cevaplarınız için teşekkür ederiz. Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Bu söyleşiyi okuyan tüm arkadaşlarımıza vakitlerini ayırdıkları için teşekkür ederim. Enseyi karartmaya gerek yok, örgütlü karanlık düşündüğünüz kadar güçlü değil. Tek adam rejiminden de hayatımızı boğan gericiliğin her türlü nüvesinden de kurtulacağımız günler yakındır. Ortaklaşa ortaklaşa kazanacağız. Teşekkür ederim.

DAHA FAZLA