İrem Kırgız yazdı: Küçük Mary'den ünlü Diva'ya Maria Callas 92 yaşında
"Sevgili dostum, senden son bir ricam olacak. Küllerimin Ege Denizi’ne serpilmesini sağla. Bu benim son arzumdur. Aristo’m Skorpios Adası’nda gömülü. Ben de oraya ulaşmak istiyorum. Onu denizden kucaklayacağım. Deniz onu okşamama izin verecek. Bu yuvama dönmemi ve onunla ebediyen bir arada olabilmemi sağlayacak."
İrem Kırgız - İleri Haber
Dünyaca ünlü Yunan asıllı, ABD’li opera sanatçısı Maria Callas, 2 Aralık 1923 tarihinde dünyaya geldi. Ölümünden sonra efsaneleşerek, genç operacılara, ilham verecek yaşam öyküsü oldukça sade başlamaktadır.
Babası, George Callas, kısaca Tata Geo iyi bir insandı. Sabırlı, kibar, neşeli bir adam. Çevresideki kadınlar ince bıyıklı Tata Geo’ya sadece bunlar yüzünden aşık olmazdı. Geo aynı zamanda kıştırtıcı, bakımlı ve güzel kokmaya özen gösterirdi. Roger&Gallet kolonyasını her sabah mutlaka sürerdi. Ne var ki güzel kokulu Geo zengin bir iş adamı değil, sıradan bir eczacıydı. Yine de böyle çekici bir adam bekar kalamazdı. Litsa’yla evlendi. General kızı Litsa’nın güzel ya da çirkin olduğu, iyi veya kötü koktuğu kimseyi ilgilendirmedi çünkü öne çıkan başka özellikleri vardı...
Geo-Litsa çiftinin üç tane çocuğu oldu. Jackie, Vasilis ve şişman Maria. Vasilis çok yaşamadı, henüz üç yaşındayken anne karnında tutulduğu bir hastalık yüzünden öldü. Jackie annesinin gözde evladıydı. Maria ise annesine göre evin çirkini ve oburuydu. Ama birbirlerine olan hisleri karşılıklıydı, Maria annesinin bolca pişirdiği musakkayı değil, hamburgeri, annesini değil babasını; Tata Geo’sunu seviyordu. Bu yüzden günlerinin çoğunu babasının dükkanında geçiriyordu. Olabildiğince evden ve Litsa’dan uzak kalmaya çabalayan babası da vaktinin çoğunu burada, kız arkadaşı Rosalinda’yla beraber geçiriyordu. Rosalinda Litsa’nın aksine sevimli ve sakin biriydi. Zaten artık Geo’ya, karısı dışında tüm kadınlar çekici gelmeye başlamıştı. O zamanlar henüz altı yaşında olan Maria da, Rosalinda’yı seviyordu. Bu sevgisi annesinden tokat yemesine bile neden olmuştu. Bir akşam ’’sen de baban gibi fahişelerle arkadaşlık ediyorsun’’ demişti Litsa ağzından tükürükler saçarak. Maria, annesinin bu tepkisini yıllar sonra anlamlandırabildi çünkü o sıralar aşk işlerinden, ihanetlerden haberi yoktu Maria’nın. Ona göre Rosalinda, sadece iyi bir kızdı ve ona şarkılar öğretiyordu. La Paloma en sevdiği şarkılardan biriydi.
Maria çoğunlukla salondaki radyoyu açar, New York Metropolitan Operası’nda şarkı söyleyen ünlü şarkıcı Rosa Ponselle’yi dinlerdi; adı Aida olan Habeş Prensesi’nin öyküsüne bayılırdı. Program bittikten sonra gözlerini kapatır ve sarışın, mavi gözlü, beyaz gömlekli, minik kırmızı kıravatlı Vasilis’i hayal ederdi, (annesinin odasında gördüğü fotoğrafta Vasilis böyle giyinmişti) sonra ona sözlerinden en emin olduğu şarkıyı, La Paloma’yı söylerdi. Maria’nın gerçekten çok sevdiği üç şey vardı, babası Tata Geo, kardeşi Vasilis ve müzik.
Müzik, daha o yaşlardayken bile Maria’yı mutlu ediyordu. Öğrenmek, daha çok öğrenmek istiyordu. Ancak annesi Litsa eve gelen bütün parayı Jackie’nin müzik öğrenmesi için harcıyordu. Jackie, özel solfej ve piyano dersleri alıyordu çünkü annesi bir tek ondan umutluydu. İleride Jackie’nin çok ünlü bir konser piyanisti olacağından neredeyse emindi bu yüzden Maria için para harcamak boş yere yapılmış bir masraf olurdu. Hem Maria çok şişmandı. Litsa’ya göre şişman olanlar zaten çirkin olurdu ve çirkin olanlar müzikte başarı elde edemezlerdi.
1929’da “Büyük Buhran” başladı. New York borsasının düşmesiyle hayat zorlaştı. Tata Geo, eczanesinden eve eskisi gibi para getiremez oldu. Bu durum haliyle Jackie’nin özel ders masraflarının karşılanamamasına sebep oldu. Litsa deliye dönmüştü; ileride ünlü bir piyanist olacak kızının devamlı olarak ders alması gerekiyordu. Evde kıyametler koptu. Litsa her zamankinden daha çok bağırıyor ve sadece bağırıyordu. Geo, artık çok az eve geliyor, Maria annesinden devamlı azar işitiyor, Litsa’da üç günde bir başarısız sonuçlanan intihar girişimlerinde bulunuyordu. Bu patlamalara son vermek gerekiyordu. Litsa kızlarını ve ilaçlarını yanına alıp Geo’yu terk edecek, Yunanistan’a gidecekti. Böylece Yunanistan’da yaşayan babasından maddi destek alabilecekti. Babasından ayrı kalacağını öğrenen Maria çektiği acıyı söylediği şarkılarla hafifletmeye çalışıyordu. Bir gün yine odasında şarkı söyledi, bitirdiğinde dışarıdan bir alkış koptu. Utanan Maria, pencereye koştu ve gördüğü şeye inanamadı; bir grup insan evin önüne toplanmış Maria’nın şarkısını alkışlıyordu. O sırada odaya giren Jackie ilk defa Maria’yı kıskandı. Daha önceleri kıskanmasını gerektirecek bir şey olmamıştı, Jackie her zaman daha güzel ve daha yetenekliydi. Ama şimdi çirkin Maria, bir grup insan tarafından alkışlanıyordu. Jackie odadan çıktığında hain planını yapmıştı; Maria’yı bir ses yarışmasına yazdıracak ve onu küçük düşürecekti, ne de olsa sonuncu olurdu.
22 Kasım 1934 cumartesi günü, Maria’nın katıldığı ses yarışmasının sonucu açıklandı: Cavalleria Rusticana Operasından ‘’Voi lo sapete, o mamma’’ aryasını söylemiş ve elli kişi içinden ikinci olmuştu. Ödül olarak Bulova marka bir saat kazandı. Hayatı boyunca alacağı ödüllerin belki en değerlisiydi. Çünkü bu sonuç Maria’nın kendine güvenmesini sağlamış ve hayallerini netleştirmişti.
Litsa artık Maria’yı daha çok seviyordu, belki Maria şarkıcı olur ve Litsa da bu sayede zengin olurdu. Şarkıcılığı daha iyi öğrenmesi için Jackie’den artan paralarına kıydı ve Maria’ya üç tane bülbül hediye etti. Maria kendini bu bülbüllere çok benzetiyordu; o da sanki bülbüller gibi kafesin içindeydi.
Maria, bülbüllerden pek az şey öğrenebildi ama artık Verdi’nin, Rossini’nin, Puccini’nin bütün operalarını satır satır ezbere biliyordu, akşamları radyo’da Rosa Ponselle’yi dinlemeyi hiç bırakmamıştı.
Noel akşamı büyük bir kutlama hazırlandı, Litsa, çam ağacı süsledi ve altına hediyeler koyuldu. Yemekler bittikten sonra herkes hediyesini açtı; Litsa, Jackie’ye Maria’nın yarışmada kazandığı Bulova saati hediye etmişti. Maria bunu görünce çok üzüldü. Sıra kendi hediyelerine geldi. Ağacın altında onun için hazırlanmış iki tane hediye paketi duruyordu, biri Rosalinda’dan diğeri de kuşkusuz aşık olduğu babası, Tata Geo’sundandı. Rosalinda’nın paketinden bir plak çıktı; Rosa Ponsella’nın La Paloma’yı söylediği bir plak. İkinci paketi açtı; bir Bulova marka saat. Yarışmada kazandığı saatin aynısıydı bu. Maria mutluluktan havalara uçtu, Litsa öfkelendi, istemiyordu Maria’nın mutlu olmasını. Evde yeniden korkunç bir kavga çıktı ve son karar alındı; derhal Yunanistan’a gidilecek, Tata Geo burada kalacak! Çünkü Maria’yı en çok babasından ayrı kalmak üzerdi.
Ertesi sabah Maria, babasıyla vedalaştı ‘’Baba, senden ayrılmak istemiyorum. Yalvarırım, bizimle Yunanistan’a gel. Sen de her şeyi bırak. Ben sensiz yaşayamam.’’ ‘’Mary, benim tatlı küçük Mary’m. Yunanistan’a giderken yüreğini burada bırakacaksın. Böylece baban hiç yalnız kalmayacak. Al. Tata Geo sana bu babannenden kalan dantelli mendili hediye ediyor, bunu hep sakla.’’
Bavuluna, Bulova’sını, Ponselle’nin plağını, bülbüllerinin kafesini, dantelli mendilini ve babasının komodininden gizlice aldığı bir şişe Roger&Gallet kolonyasını koydu ve yola çıktı.
Maria Callas’ın hayatı işte bu yolculukla beraber başlamıştı, artık tamamen değişecek, sayısız başarılara, skandallara, acılara tanık olacaktı.
Okulunu tamamladı, Dünyanın en başarılı ve tanınmış opera sanatçıları arasında yer aldı, hayatta en sevdiği adamı; babasını akciğer yetmezliğinden kaybetti, annesini ve Jackie’yi hayatı boyunca affetmedi ve bir röportajında ‘’annemi sevmiyorum çünkü beni kıskanıyordu’’ dedi ve annesiyle olan tüm ilişkisini kesti. Şişman ve çirkin Maria artık kırk kilo vermiş ve herkes tarafından tanınan bir ‘’Diva’’ olmuştu. Ama mutlu değildi. Aşık oldu, evlendi, başkasına aşık oldu ihanet etti, boşandı, ihanete uğradı, evlat acısı yaşadı. Litsa, Rosalinda ve Tata Geo üçgenini işte o zamanlar anlamlandırabildi, aşk, acı ve ihanet artık çok yakından tanıdığı şeylerdi. Özel hayatı hiç bir zaman yolunda gitmedi. Tüm sevdikleri kendinden önce ölmüştü.
Kırmızı kıravatlı, mavi gözlü Vasilis’i, La Paloma’yı, musakkayı, babası Geo’yu, onu ihanetle, aşkla ve acıyla tanıştıran adamı; Aristo Onassis’i ve kaybettiği evladı Omeros’u hiç unutmadı. 1977’de yalnız yaşadığı Paris’teki evinde ölü bulundu. Ölümü, raporlara kalp krizi olarak geçti ama zehirlenerek öldürüldüğüne dair söylentiler ortaya çıktı.
Maria’nın 16 Eylül’deki ölümünden bir gün önce yakın arkadaşı Bruna’ya verdiği mektupta şunlar yazıyordu: ‘’Sevgili Bruna, mutlu ölüyorum. Oğlumun ve hayatımın erkeğinin yanına gidiyorum. İyi yürekli Tanrı’nın ebediyen birlikte yaşamamıza izin vereceğini umuyorum. Maddi varlığımla avukatlarım ilgilenecekler. Ama bütün hayatım boyunca bana eşlik eden sevgili dostum, senden son bir ricam olacak. Küllerimin Ege Denizi’ne serpilmesini sağla. Bu benim son arzumdur. Aristo’m Skorpios Adası’nda gömülü. Ben de oraya ulaşmak istiyorum. Onu denizden kucaklayacağım. Deniz onu okşamama izin verecek. Bu yuvama dönmemi ve onunla ebediyen bir arada olabilmemi sağlayacak. Yardım et bana Bruna. Aristo ile bir aşk yaşadım. Kimi zaman güzeldi, kimi zaman kötü. Öykümüzün mutlu sona ulaşması şimdi yalnızca senin ellerinde. Senin Maria’n.’’