"HDP'nin koalisyon tutumu dar"

Kandil'deki PKK yöneticilerinden Murat Karayılan koalisyon tartışmaları hakkında açıklamada bulundu. HDP'nin tutumunu dar olarak değerlendiren Karayılan, koalisyon yapmama tutumunun duygusal olduğunu belirtti.

Fırat haber Ajansı’na konuşan Murat Karayılan, “Bu koalisyon tartışmalarının odağında HDP var ama anlaşıldığı kadarıyla HDP’li bir koalisyon hükümeti kurulamayacak gibi...” sorusuna şöyle cevap verdi: "HDP’nin de bu konuda dar yaklaşımları vardır. Bir kere her şeyden önce HDP en temel konu olarak verdiği sözün gereğini zaten barajı büyük bir ekseriyetle aşmış olmasıyla yerine getirmiştir. Yani HDP’nin barajı geçmesi ve AKP’nin de tek başına hükümet kuramama sonucuyla birlikte, ‘seni başkan yaptırmayacağız!’ sözü pratikte uygulanmış oldu. Bugün başkanlık sistemi Türkiye’nin gündeminden tamamıyla çıkmıştır. Bu açıdan HDP verdiği sözü aslında yerine getirdi. Bundan sonra daha ileriye dönük girişimleri gündemleştirmesi gerekmektedir. Toplumun eğilimi demokratik bir değişimden yanadır ve HDP’nin buna öncülük etmesi gerekmektedir. Bu açıdan daha güçlü bir performansa ve tempoya ihtiyaç vardır.

"KOALİSYONA GİRMEM SÖZLERİ DUYGUSAL"

Bu konuda ‘ben filan kesimle koalisyona girmem’ türünden açıklama ve tutumlarda da bana göre duygusallık vardır. Bu siyaseten pek doğru da değildir. Öyle kendini bazı şeylere hapsetme yerine ilkeler üzerine konuşmak önemlidir. Kaldı ki HDP bir ilkeler partisidir. İlkeleri vardır; projesi vardır. Türkiye’nin demokratikleştirilmesi; sistemden dışlanan tüm kesimleri temsil etmesi ve demokratik sisteme dahil etmesi; bütün kültür ve inançların doğru temsili; kadın özgürlüğüne dayalı gerçekçi bir eşitlik ve özgürlükçülük ve de Kürt sorununun çözümü. Bu çerçevede ilkeleri olan bir partinin “ben şunu yaparım, şunu yapmam” deme değil, kendi ilkelerini ortaya koyması gerekmektedir. İlkeler çerçevesinde politika yürüteceğini ifade etmesi daha doğru olacaktır. Çünkü verilen sözler çerçevesinde rolün oynanması lazım ve bunun için de kapsayıcı ve hamleci olmak gerekiyor. Değişimci dönüşümcü olmak zorunluluğu vardır. Şimdi yapılan koalisyon tartışmaları var ama bu koalisyon tartışmalarında öncelikli çözülmesi gereken sorunların tartışılma durumu yok. Dediğim gibi 6 Haziran kafası siyasete daha fazla egemen. Oysa toplumun 7 Haziran’da verdiği bir değişim mesajı var. Buna göre yaklaşmak gerekiyor. Yeniden dizaynın bu çerçevede ele alınıp uygulama sürecine konulması gerekiyor. Böyle bir yaklaşıma ihtiyaç varken, sanki bir değişim olmamış gibi yaklaşmak doğru değildir."

"HDP'NİN KOALİSYON TUTUMU DAR"

Gerçi Eşbaşkan Figen Yüksekdağ’ın basına dönük yaptığı açıklama (Biz gelebilecek bütün önerileri, hükümet kurma, koalisyon oluşturma eksenindeki bütün görüşmelere açığız. Bütün görüşmelere açık olacağız. Türkiye siyasetinde kriz yaratan değil kriz çözen pozisyon üstlendik. Doğabilecek krizlerin çözümü noktasında biz üzerimize düşen görevi yerine getireceğiz) HDP’nin bu konularda dar tutumları aşma çabası içinde olduğunu gösteriyor ama bunu daha hızlı ve çarpıcı bir biçimde yapmaları daha isabetli olacaktır." Karayılan, "Halkımız, Türkiye’deki tüm yoldaşlarımız ve demokrasi ile barıştan yana olan tüm kesimler şunu anlamak istiyor: Bu devlet bu sorunu çözüp Türkiye’yi demokratikleştirmek istiyor mu, istemiyor mu? Çünkü koalisyonların kurulmasında ana eksen budur. HDP’nin yaklaşımlarının dar olduğunu da zaten bu açıdan belirttim. HDP sanki böyle bir sorun yokmuş gibi, ‘biz onurlu mücadeleci bir muhalefet olacağız’ diyor. Hele önce sorunun çözümünü netleştirelim. Çözüm nasıl olacak? Kürt sorunu çözülmeden Türk devleti ileriye dönük tek bir adım atamaz. Kürt sorunu çözülmeden demokratikleşme namına ne söylenirse palavra olur" ifadelerini kullandı.

"ÖNDER APO'NUN ÖZGÜRLÜĞÜNÜ ESAS ALMAYAN ÇÖZÜM OLMAZ"

Murat Karayılan'ın ANF'nin sorularına verdiği yanıtlar şu şekilde: “Özellikle gerilla olarak Türkiye toplumuna karşı sorumluluğumuzun bilincindeyiz. Öncelikle sömürgeci baskı sisteminin aşılması ve halkımız ile Önderliğimizin özgürlüğü bizim için belirleyicidir. Bir kere her şeyden önce Önder Apo’nun ve zindanlardaki tüm siyasi tutsakların özgürlüğünü esas almayan hiçbir çözüm biçimi bizim için çözüm değildir. Önder Apo’nun bu saatten sonra halen tutuklu bulunması, hele bir de tecrit altında tutulması kabul edilecek bir durum değildir. Acilen el atılması gereken temel husus budur”.

“Ya çözüme kavuşturulacak, ya da bu halk artık kendi yolunu kendisi belirleyecektir. Bunun ortası yoktur… eğer Önderliğimizin bütün bu iyi niyet çabalarına ve gerilla ile halkımızın geliştirdiği fedakarlığa rağmen çözümsüzlüğü ve şiddeti dayatırlarsa, gerilla, halkı ve demokratik değerleri korumada üzerine düşen görevleri başarıyla yerine getirebilecek güç ve performansa her zamankinden daha fazla sahiptir. Bu konuda gerekli olan nicel ve niteliksel birikimi yeterlidir”.

"BİZİ SAVAŞLA VE ŞİDDETLE TASFİYE ETMELERİ KOLAY DEĞİL"

Eğer tehlikeli bazı durumların önüne geçilmek isteniyorsa, Türkiye’nin birliğinden, kardeşliğinden yana olan tüm kesimler, yani gerçek Türkiye yurtseverleri, eğer Türkiye’nin bir kaosa sürüklenmesini ve parçalanmasını istemiyorlarsa öncelikle Kürt sorununun çözümünü birincil bir konu olarak ele almaları gerekmektedir. Ortadoğu bölgesinde yaşanan olaylara ve Kürdistan sorununda kat edilen bütün mesafelere rağmen Türkiye’de halen bu sorunu savaşla ve bizleri yok etmekle çözmeyi önüne koymuş olan MHP gibi yapıların tutumu aslında kapsamlı bir savaş ve Türkiye’yi parçalama tutumudur. Ama şu bir gerçek: Bizi savaşla ve şiddetle tasfiye etmeleri kolay değildir. En son DAİŞ’e karşı mücadelede de gücümüzün askeri performansı ortaya çıkmıştır. Gerillamız dayandığı 32 yıllık tecrübe ve fedai ruhu ile yenilmez bir güç olduğunu herkese göstermiştir. Bu nedenle Kürt sorununu tartışmamak, konuşmamak, ‘sorun yoktur’ diyerek bunu koalisyon şartı haline getirmek demek aslında ‘kapsamlı bir savaş yapacağım’ demektir. Geçtiğimiz günlerde bir TV programında yeni seçilen adının önünde de Prof. bulunan MHP’li Ümit Özdağ adındaki kişi, kendine göre abartılı bir biçimde, bizim 1200 doçkayı (uçaksavar) Kuzey Kürdistan’ın çeşitli yerlerine yerleştirdiğimizi söyleyerek büyük bir tehlike haline geldiğimizi, dolayısıyla da çözüm sürecini gündeme almamak gerektiğini belirtti. Yani eğer şimdi 1200 tane doçka Türkiye sınırları içindeki arazilere yerleştirilmişse, her doçkayı da ancak 3-4 kişi kullanacağına göre yalnızca doçkacılar ortalama 5 bin kişidir. Demek ki diğer muharip güçler de en az 50 bin kişi vardır. Şimdi sen 50 bin kişiyi dağlardan nasıl söküp atacaksın da görüşme yolunu reddediyorsun? Açık ki bunlar sloganvari yaklaşıyor; gerçeklerden uzak, böyle toplumun bazı milliyetçi duygularına hitap ede ede ve o duyguları da tahrik ede de kendilerini bir güç haline getirmişler ve sürekli onu söylüyorlar. Ama söyledikleri şeyin pratikte olacağı da yoktur. Yani şimdi sen, ‘ben Kürt sorununu tartışmayacağım, böyle bir sorun yok, üzerine gideceğim’ dersen ne olur? Savaş olur ve Kürdistan halkı artık kimseye teslim olmaz ve Türkiye parçalanır. Şimdi AKP, MHP’yle koalisyon yapmayı düşünüyor. Böyle bir şey kuşkusuz savaş demektir. Yine AKP’yle daha başka bir gücün aynı ebatlarda bir koalisyon yapması, Kürt sorununu öncelikli çözülmesi gereken bir sorun olarak ele almaması durumu da kesinkes savaş demektir. Bu açıdan herkesin bu konuyu daha ciddi ele alması ve daha ciddi yaklaşması gerekmektedir. Şunun bilinmesi gerekiyor: Kürt sorunu artık zirvesel aşamasına gelmiştir; ya çözüme kavuşturulacak, ya da bu halk artık kendi yolunu kendisi belirleyecektir. Bunun ortası yoktur.

Biz bunu söylerken kimseyi tehdit etmiyoruz; gerçekler budur. Türkiye’nin mevcut durumda içinde bulunduğu gerçeklikler doğru okunmak isteniyorsa bunların da görülmesi gerekmektedir. Bu yüzden bizim burada söylemek istediğimiz husus şudur: Şu anda pratikte çok hassas bir durum söz konusu. Eğer siyasi erk konuyu birincil bir konu olarak ele almaz, sorunun çözümüne dönük kalıcı bazı açılımlar yapmazsa, süreç tehlikeli bir noktaya doğru gidecektir. ‘Bu illa bizim ya da başkasının kararıyla olur’ gibi bir şey söylemiyorum. Hayır; gidişat zaten o yere gelip dayanmıştır. Yani çözüm olmazsa olmaz bir biçimde kendisini dayatan bir olgu halindedir. Eğer oluşacak olan yeni koalisyon hükümeti bunu elinin tersiyle iterse, sıradanlaştırırsa ve oyalarsa bu tehlikeli olur. Hele hele MHP ve seçim öncesi Erdoğan’ın dediği gibi, ‘Kürt sorunu yoktur’ diyerek, şiddet temelinde bu sorunu ele almaya kalkışırlarsa bu kapsamlı bir savaş durumunu beraberinde getirir. Buna biz değil, kendileri yol açmış olurlar. Şu anda sorunu çözme koşulları her zamankinden daha fazla vardır. Eğer bugünkü siyasi erk, yani TBMM, isterse bu sorunu birinci elden muhatabıyla tartışarak, Dolmabahçe Sarayı’nda ilan edilen 10 madde temelinde müzakereleri başlatmak suretiyle İzleme Heyeti’nin, en önemlisi de Adalet ve Hakikatleri Araştırma Komisyonu’nun kurulmasını sağlayabilir. Bunlar olmadan, sorunun çözümüne dönük ciddi ve tutarlı adımlar atılmadan, es geçilen yaklaşımlar beraberinde tehlike getirecektir. Kürt halkı demokratik özerk bir sistemde Türkiye ile birlikte yaşamak istiyor. Eğer Türkiye’nin egemen siyasi güçleri buna yanaşmazsa o zaman Kürt halkı kendi sistemini kendisi kurmayı esas alacaktır. Kendi öz gücü ile kantonar sistemini geliştirmesi pekala mümkündür.

"BİZ HAREKET OLARAK ÇÖZÜME AÇIĞIZ"

Biz kendimiz hareket olarak çözüme açığız. Barışçıl-demokratik yöntemlerle çözüm sürecinin başarılı bir biçimde gelişmesi için HDP’nin 80 milletvekiliyle parlamentoya girmiş olması bir şanstır; büyük bir imkandır. Ama bu şansı ve imkanı görmeyip tekrar eski tekçi siyasette ısrarın sürdürülmesinin ve şiddetin dayatılmasının, beraberinde büyük tehlikeleri getireceğini herkes bilmelidir. Şunu hemen belirtelim: Kürt Halk Önderliği’nin tecrit altında tutulması şiddetin en büyüğüdür ve bunun kabul edilmesi, gerilla güçlerimiz tarafından hazmedilmesi mümkün değildir. Beklentimiz demokratik ve barışçıl yöntemlerle çözüm için doğmuş olan bu olumlu koşulların doğru değerlendirilmesi ve Kürt sorununun kalıcı çözüme kavuşturulması için gereken adımların atılmasıdır. Bizim beklentimiz budur ama bu olmazsa bizim kendi kendimizi savunma, kendi yolumuzu belirleme imkan ve koşullarımız da şimdi her zamankinden daha fazla vardır. Gerek ulusal, gerekse de bölgesel ve uluslararası koşullar böyle bir çıkış için oldukça elverişlidir. Geriye tercih meselesi kalıyor. Bizim öncelikli tercihimiz bellidir; Önderliğimizle eşit-özgür bir biçimde müzakere temelinde barışçıl çözümün geliştirilmesidir. Ama farklı tercih olanaklarımız da vardır. Burada önemli olan yeni seçimlerle birlikte ortaya çıkan tablo karşısında parlamentonun ve devletin tercihinin ne olduğudur. Çünkü sonucu belirleyecek olan budur.