Erkan Baş: Türkiye’de olan bir ekonomik kriz değil, sarayın ekonomik rejimidir

Erkan Baş: Türkiye’de olan bir ekonomik kriz değil, sarayın ekonomik rejimidir

TİP Genel Başkanı Erkan Baş, TELE1’de Gökmen Karadağ’ın Açıkça programına konuk oldu.

TİP Genel Başkanı Erkan Baş, Türkiye’de bir ‘ekonomik kriz’ olmadığını belirterek, “Ortada bize göre bir ekonomik kriz falan yok. Bayağı sarayın ekonomik rejimi bu artık” dedi. Baş ayrıca, “Türkiye’de bu iktidar, bunu bir model haline getirdi ve burada ne yapıyor? Vergiyle harçla bütün yükü vatandaşın üzerine döküyor.  Öbür taraftan birtakım servet sahiplerini, sermaye çevrelerinin ihtiyaçlarına uygun bir düzenlemeyle onların servetlerine servet katıyor” ifadelerini kullandı.

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı dün akşam TELE1’de Gökmen Karadağ ile Açıkça programına konuk oldu.

Burada gündeme ilişkin konuşan Baş, ekonomiye ilişkin şunları söyledi:

Belki bir dil değişikliğine gitmemiz lazım. Hep “ekonomik kriz” diye normalleştiriyoruz gibi geliyor bana. Ya da iktidar da bunu tercih ediyor. Ortada bize göre bir ekonomik kriz falan yok. Bayağı sarayın ekonomik rejimi bu artık. Bunu kabul edelim. Kriz dediğiniz şey nedir? Normal dışı bir durumdur. Ama artık Türkiye’de bu iktidar, bunu bir model haline getirdi ve burada ne yapıyor? Vergiyle harçla bütün yükü vatandaşın üzerine döküyor. Öbür taraftan birtakım servet sahiplerini, sermaye çevrelerinin ihtiyaçlarına uygun bir düzenlemeyle onların servetlerine servet katıyor.

O yüzden ben ekonomi ile ilgili her tartışmaya şöyle başlama taraftarıyım; ortada bir iş bilmezlik yok. Ortada bir beceriksizlik yok. Ortada gayet bilinçli, planlı, sınıfsal tercihler var. Türkiye’de bankaların kârlarında düşüş gördünüz mü? Büyük sermayenin kârlarında bir düşüş gördünüz mü? Pandemiden bu yana Türkiye’de sürekli olarak biz ekonomik krizden bahsediyoruz, yoksullaşmadan bahsediyoruz daha önemli bir problem var. Haksız kazanç elde edenler atıyor, servetleri büyüyor. Türkiye’de yoksulluğu konuşmak kolay. Sokakta çıktığınızda zaten gözünüzün önündeki gerçek ama bir de bunun öbür tarafı var. Halkın yüzde 99’u yoksullaşırken zenginleşen yüzde 1 var. Bence esas mesele bu. Sırtımızdan servet edinenleri sırtımızdan atacak bir ekonomik bir model hayata geçirelim.

Bunun dışında Mehmet Şimşek’tir, değişikliklerdir, faiz artırımıymış, faiz indirimiymiş… Bence bunlar şu: “Yurttaşta oluşan tepkiyi mümkün olduğunca minimize edelim, biz bunu küçültelim…” Ara ara minik tavizler verilecek, büyük ihtimalle yerel seçimlere kadar böyle bir modelle gidecekler, önümüz seçim sonuçta. “Orada bir tepki oluşmasını ne kadar aşağılara çekebilirsek, yerel seçimleri de atlatırız” diyorlar. Fakat hepimiz biliyoruz ki ondan sonra Türkiye inanılmaz bir yıkıma gider. Her durumda gider. O yüzden ben öyle 3 puan 5 puan faiz artmış, inmiş falan bunları bir değişiklik olarak falan görmüyorum ama şunu gösteriyor; nasıl bir iki yüzlülükle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Nas vardı, Allah’ın emirleri vardı falan diye anlatıyorlardı. Şimdi ne oldu? Bir altı ay sonra hepsi ortadan mı kalktı? Belli ki Türkiye bu iktidar eliyle bu ekonomik kriz dedikleri ama yeni ekonomik model diye tarif edebileceğimiz bir tabloda sürüklenecek gidecek eğer biz bunları sırtımızdan atmazsak.

‘TÜRKİYE’DE YAŞAYAN HER YURTTAŞ HAKSIZLIĞA UĞRUYOR’

Baş, Hatay Milletvekili Can Atalay’ın hukuk dışı tutukluluğuna ilişkin ise şunları söyledi:

Burada bizim açımızdan artık şöyle bir noktaya geldik. Tamamen bir keyfi uygulama var ve şöyle düşünülsün istemem; “TİP mağdur ediliyor burada…” Bakın bence esas bir kere Türkiye’de yaşayan her yurttaş, oy kullanan her yurttaş bir haksızlığa uğruyor şu anda. Hepimizin hakları gasbediliyor, seçmen olarak hakları gasp ediliyor ama herhalde şunu söylememde de bir mahsur yoktur. Bir de Hatay’ın özgün bir durumu var. Hatay 6 Şubat depremini en ağır şekilde yaşamış, on binlerce insanın hayatını kaybettiği, on binlerce insanın şehri terk etmek zorunda kaldığı ve şu anda insanların hala çadırlarda, konteynerlerde su elektrik gibi en temel ihtiyaçlara bile ulaşamadan yaşamak zorunda kaldıkları, mücadele ettikleri bir kent. Şimdi biz biraz da Can’ı Hatay’dan milletvekili adayı gösterirken onun mücadeleci kimliğini, onun kent suçları konusundaki geçmiş birikimine, onun Hatay halkı ile beraber oradaki yeniden inşa sürecinin ranttan, birilerinin kar hırsından arındırılarak yurttaşın ihtiyaçlarını temel alan biçimde kurulmasına katkı yapabileceğine inandığımız için özel olarak Hatay’dan milletvekili adayı göstermiştik.

‘EN BÜYÜK MAĞDUR HATAY HALKI’

Dolayısıyla şunu ifade etmem lazım. Şu anda bu sürecin en büyük mağduru Hatay halkıdır. Bize oy versin ya da vermesin. Tüm Hataylı yurttaşlar bir milletvekilleri çalışamıyor. Can hakkını yemeyeyim gerçekten büyük bir özveri gösteriyor. Cezaevinde bir milletvekilinin yapabileceği her şeyi yapıyor. çalışıyor, soru önergeleri hazırlıyor, Hatay gündemlerini çok yakından takip etmeye çalışıyor ama dört duvar arasında yapılabileceklerle dışarıda yapılabilecekler arasında fark var. Dolayısıyla biz artık Hatay halkının bu mağduriyetinin bir an önce sona ermesi Can Atalay’ın gezici irtibat ofisini kuruyoruz… Her gün Hatay’ın bir ilçesine Can Atalay adına avukat arkadaşlarımız, parti yöneticileri, danışman arkadaşlarımız giderek bir kere yurttaşın derdini, çözebileceksek bize ileterek o faaliyeti tamamlamaya çalışacaklar ama açık söyleyeyim yurttaşlar artık bu sürecin sona erdirilmesi konusunda çok kararlı bir duruş sergilediler.

1 Ekim günü Meclis açıldığında eğer Can Atalay tahliye edilmemiş olursa o gün biz Hatay’a gidiyoruz. Çünkü zaten 1 Ekim günü Meclis’te sadece Tayyip Erdoğan’ın gelip konuşma yapacağı bir gündem var ve bu eksikliği kabul etmeyeceğimizi Hatay’da ilan edeceğiz. Sonra Hatay’daki yurttaşların bizden beklentisi eğer tahliye edilmez ise başlayalım Defne’den Samandağ’dan Arsuz’dan gerekirse günlerce, aylarca sürecek bir yolculuğa hep beraber çıkalım Ankara’ya kadar yürüyelim. Bu haksızlığı, bu adaletsizliği kabul etmediğimizi, sindirmeyeceğimizi bunun böyle normalleştirilmesine izin vermeyeceğimizi gösterelim. Özellikle diyelim ki Can adının anıldığı davalar, sorumluluk üstlendiği, halkın hak mücadelesine dahil olduğu Aladağ’daki yurt yangını var. Tarikat yurdundaki yangın. Aladağ’daki yurttaşlarla beraber Can onlar için milletvekili oldu. Soma’daki madenciler… Can onlarla ilgili mücadeleyi yükseltmek için milletvekili oldu. Hendek’teki patlama, Gezi Davası, tutuklu gazeteciler, kadın cinayetleri… Türkiye’de adaletin bin bir tane ortada bıraktığı büyük boşluk var. Bunların hepsini Türkiye’de hatırladığımızı bunların takipçisi olacağımızı gösteren uzun bir yürüyüşe başlayacağız açık söyleyeyim.

‘1 EKİM’DE HATAY’DA OLACAĞIZ’

Biz şöyle yapamayız. Bir milletvekili arkadaşımız hukuksuz biçimde, devlet gücünü ele geçirmenin verdiği olanakla esir tutulacak, biz de sanki bu yokmuş gibi hayatımızı normal biçimde devam ettireceğiz. Bizim kabul edebileceğimiz bir şey değil, bizim siyasi anlayışımıza da uygun bir şey değil. 1 Ekim’e kadar umuyoruz ki tahliye edilsin ama 1 Ekim’e kadar tahliye edilmediğinde bizim Hatay halkına verdiğimiz bir sözümüz var. Can’ı orada aday gösterirken dedik ki “Biz Hatay’ın yeniden inşasında biz bu ülkede halka karşı işlenen suçlarda asla susmayacağız, bu konuda sizinle birlikte mücadele edeceğiz.” O zaman bunun gereğini yerine getirmemiz gerekiyor. Dediğim gibi eğer tahliye gerçekleşmez ise 1 Ekim günü Hatay’da olacağız. Milletvekili arkadaşlarımızla üçümüz de orada olacağız oradan bir yürüyüşe başlayacağız artık nereye kadar gidersek…

‘ALDIĞIMIZ OY BİZİM İÇİN BİR SORUMLULUKTUR’

TİP Genel Başkanı, genel seçimler, partisinin tutumu ve yerel seçimlere ilişkin ise şöyle konuştu:

Bir adım geri gidelim. Biz seçimler bittikten sonra 1 numaralı kararımız şu oldu bizim. TİP, Türkiye’de çok uzun zaman sonra 1965’teki TİP’ten sonra ilk defa abartmıyorum bir sosyalist parti, en azından istatistiki değeri olan bir oy aldı. Bize göre kıymetli bir oy aldık. 51 ilde seçime girdiğimiz düşünülürse 1 milyona yakın oy aslında reelde 81 ile vurulduğunda yüzde 3’e yakın bir oy anlamına geliyor. Bu son derece kıymetli, son derece önemli. Fakat biz burada bir başarı elde ettikten çok bu bizim açımızdan yeni dönem için bir sorumluluktur birinci yaklaşımımız bu.

TİP bugün, düne göre Türkiye emekçilerine, yoksullarına, halklarına karşı daha büyük bir sorumluluk taşıyor bu veriyle hareket ettik.

Ne yapacağız? Dedik ki önce yurttaşla buluşalım. Bize oy vermiş, vermemiş yurttaşla oturalım bir değerlendirelim. Nihayetinde biz bu Saray Rejimi’ni yenilgiye uğratma hedefiyle yola çıkmıştık. Bu yenilgi gerçekleşmedi. Tayyip Erdoğan iktidarına, Saray Rejimi’ne son veremedik. Dolayısıyla bunu hep beraber değerlendirmek gerekir diye yola çıktık. Çok uzun boylu değerlendirmeler yaptık. Ondan sonra bir siyasi durum belgesi parti içerisinde hazırladık ve şu anda ilçe kongrelerimiz devam ediyor. Tek bir ilçe kongremizde kavga, gürültü yok. Niye yok? Çünkü biz herhangi bir koltuğa kim oturacak tartışması yapmıyoruz. Türkiye siyasetinde en önemli değişimlerden bir tanesi de bu olması lazım. Bir siyasi parti, önce ne yapacağını konuşur. Sonra nasıl yapacağını konuşur. Bunlara sağlıklı yanıtlar verirseniz kimin yapacağına karar verirsiniz. Diyelim ki bir strateji belirlersiniz, o stratejiye kim daha uygunsa ona göre sorumluluk alır. İlçe kongrelerimiz bu siyasi tartışmalarla, Türkiye’de ne olduğu, nasıl olduğu, bu iktidar nasıl yerleşti bunları bir kez daha gözden geçiriyoruz ve yerel seçim stratejimizi de esas olarak bunun üzerine inşa edeceğiz.

‘BELEDİYE BAŞKAN ADAYLARINI GENEL MERKEZ ATAMALARIYLA BELİRLEMEYECEĞİZ’

Temel mesele ne bizim açımızdan? Mesela olmazsa olmaz. Bir kere biz ne olursa olsun yerel seçim süreçlerinde en güçlü olduğumuz ilçeler de dahil olmak üzere buna asla genel merkezden atamalarla belediye başkanlarını belirlemeyeceğiz. Mutlaka orada yurttaşın dahil olduğu, bu illa ön seçim olmak zorunda değil, gerekirse ön seçim de yapılır ama daha geniş, parti üyeleri de değil diyelim ki o yerellikler de o ilçelerde demokratik kitle örgütlerin, sendikaların, bizim dışımızdaki sol-sosyalist partilerin, güçlerin hepsinin dahil olduğu ya burada nasıl bir belediyecilik yapmak lazım, buranın temel sorunları ne? Bunlar nasıl çözülüre ilişkin yaklaşımları ortaklaştırdığımız ve aday seçildiğinde de bu adayların bu yaklaşımı hayata geçirmek üzere o inisiyatif tarafından, o topluluk tarafından görevlendirildiği bir modeli hayata geçirmeye çalışırız.

Bu niye önemli biliyor musunuz? Mesela seçimde en çok konuştuğumuz şeylerden biri neydi? Tek adam rejimine son vermek. Yüzde 100 katılıyorum tek adam rejimine son verelim ama tek adam rejimine her yerde son verelim. Belediye başkanlıklarında da son verelim, muhtarlıklarda da son verelim. Halkın katılımıyla, yurttaşın inisiyatifiyle yönetim anlayışını hayata geçirmek lazım. Biz bu temel prensipler doğrultusunda hareket edeceğiz.

‘AMACIMIZ SOSYALİST BELEDİYELER BİRLİĞİ İNŞA ETMEK’

İkincisi zihinlerde de yer etsin diye söylüyorum TİP açısından bu seçimlerin bir numaralı görevi şu: Biz kazanmak için gireceğiz. Biz, Türkiye’de sosyalist belediyeciliğin örneklerini artırmak üzere hareket edeceğiz. Bir numaralı hedefimiz seçimlere dönük olarak sosyalist belediyelerin sayısını artırmak ve mümkünse Türkiye’de bir sosyalist belediyeler birliği inşa etmek ve o belediyeler birliği ile Türkiye’de yeni bir belediyecilik anlayışını hayata geçirmek.

İki, iktidara kaybettireceğiz. Kendimiz kazanacağız, iktidara kaybettirmek için çalışacağız. Kendimizin kazanmaya gücü yetmediği yerde muhalefet açısından kaybettiren olmamak konusunda çok kararlıyız. Bir şerhle söyleyeyim bunu. Şunu kabul edelim ki Türkiye’de sadece pislikler iktidar cephesinde birikmiş durumda değil. Genel olarak bu pislik topluma da yayılıyor ve maalesef muhalefet cephesinde de biz bunun örneklerini görüyoruz. Şunu da açık yüreklilikle söyleyeceğim. Biz bu belediye seçimlerine giderken hırsızın CHP’lisi AKP’lisi olmaz kardeşim diye bakacağız. Hırsız ise kim olursa olsun partisi ne olursa olsun net biçimde onun karşısında olacağız. Dolayısıyla şunu yekten söyleyebilirim. Dolayısıyla biz her yerde rantçı yönetimlere karşı açık bir tutum alacağız çok net bir şekilde ifade ediyorum bunu.

MUHAEFETE: ‘BİRAZ DA SİZ DÜŞÜNÜN AKP KAZANMASIN’

Geçen hafta Muğla’nın ilçelerinde gezdim Akbelen’e gittim. Doğa düşmanı belediyeler AKP’li mi CHP’li mi umurumda değil. Sen, bu memleketin doğası katledilirken rant uğruna ormanlar yağmalanırken orada direnen insanların yanına gitmiyorsan, senin ne farkın kaldı iktidarın belediye başkanlarından? Yarın öbür gün seçim olduğunda sadece AKP kaybetmesin diye bu arkadaşlar gelip bizden oy isteyeceklerse kusura bakmayın arkadaşla,r biz 20 yıldır AKP kazanmasın diye elimizden gelen her şeyi yaptık. Biraz da siz düşünün AKP kazanmasın. AKP zihniyetini yenilgiye uğratalım. Siz ondan bir kopuş gerçekleştirin.

Bir örnek daha verelim Kadıköy Belediyesi CHP’de, Esenler Belediyesi AKP’de… İkisinden de belediye işçileriyle konuşuyorum. Belediye işçisi hakkını almaya çalıştığında CHP’li belediyede CHP’li işçiye diyorlar ki “aman burayı AKP alırsa işinden olursun” CHP belediyesi AKP’li işçiye diyor ki “Bak önce seni atarlar.” Aynısı AKP’li belediyede tersinden işliyor. CHP’li işçiyi ilk seni atarlar diye tehdit ediyorlar, AKP’li belediyedeki AKP’li işçiye de diyorlar ki “ya burayı kaybedersek?”

Dolayısıyla bizim açımızdan fark etmez.

‘KIRMIZI ÇİZGİMİZ BELEDİYELERİN EMEKÇİLER İLE KURDUĞU İLİŞKİ’

Emekçinin hakkını vermeyen, birlikte çalıştığı emekçi arkadaşının hakkını vermeyen bir belediyenin o ile, o ilçeye fayda sağlaması mümkün değil. Dolayısıyla biz kırmızı çizgimizi belediyelerin emekçilerle kurduğu ilişki üzerinden belirleyeceğiz. Eğer o belediyedeki emekçinin hakkını vermiyorsan, onu tehdit ediyorsan kusura bakma kardeşim bu yaklaşımı geliştireceğiz

Özetle söyleyeyim; bizim halkçı yerel yönetim anlayışımıza uygun imkanlar ortaya çıktığında kuşkusuz mümkün olduğunca geniş ittifaklara yönelmek gerekir. Ama diğer taraftan da Türkiye’nin bu tarz muhalefete mahkum olmadığını da ya da muhalefette oluşan “Ben burada ne yaparsam yapayım zaten AKP’ye tepkili olduğu için yurttaş bana oy verecek” anlayışına da ülkeyi mahkum etmemek gerektiğini düşünüyoruz.