Deniz Ali Gür Amerika'nın keşfini yazdı: Bu bir medeniyet tartışmasıdır

Deniz Ali Gür, Amerika'nın keşfi tartışmasını değerlendirdi.

Araş. Gör. Deniz Ali Gür / Muğla Üniversitesi Sosyoloji Bölümü

Erdoğan’ın keşif açıklaması çok tartışıldı. Yabancı basın şaşkınlıkla yazdı, sosyal medyada özellikle Küba Devrimi’nin liderlerinin cami muhabbeti yaptıkları caps’ler aracılığıyla epey dalga geçildi.

Konu epey gündemde kaldı ama iki önemli nokta gözden kaçırıldı. Birincisi, Erdoğan’ın iddiasını dayandırdığı Fuat Sezgin, sol ve muhalif basında vasat bir İslâmcı ideolog muamelesi gördü ki, vahim bir hatadır. Sezgin, yetkin bir bilim tarihçisidir. Bu meseledeki konumu daha farklı tartışılmalıdır. İkincisi, Amerika kıtasının Müslümanlar tarafından keşfedildiği iddiası, AKP karşıtı kesimlerde de karşılık bulmuştur. Bunlar içinde en çarpıcı olanı, ülkemizin köklü popüler bilim dergilerinden Bilim ve Ütopya’dır. Meseleyi ilginç hale getiren budur ve gerek Erdoğan’ın gerekse Sezgin’in durduğu yeri daha iyi anlamamıza yardımcı olmaktadır.

Başlıkta söylediğimizi tekrar ediyoruz: Bu bir medeniyet tartışmasıdır.

Erdoğan ve Sezgin ne dedi?

Erdoğan özet olarak Amerika kıtasının Kristof Kolomb’dan önce Müslüman denizciler tarafından keşfedildiğini, Kolomb’un da anılarında kıtada bir dağın tepesinde cami gördüğünü söylediğini iddia etti. Dağdaki camiyi bir tarafa bırakalım, zira Erdoğan’ın çevirmen ya da danışmanın azizliğine uğraması bizim açımızdan bir önem taşımıyor. Ancak İlber Ortaylı’nın deyişiyle fantezi niteliğindeki iddiasına dönük eleştirilere verdiği yanıt önemlidir: “Kendi milletine inanmıyorlar. Kendi ilim insanlarının bilgileriyle alay edenler ancak kendilerini küçültürler. (…) Bilim tarihi eğer tarafsız bir şekilde yazılsa Doğu’nun katkısı ortaya çıkar. Ülkemin cumhurbaşkanı olarak başka medeniyetler karşısından ezik olmasını asla kabul edemem. Egemenler tarafından yazılan bir tarihin bizim özgüvenimizi kırmak için kullanılmasına izin veremem.”

Erdoğan’ın “kendi milleti” olarak tanımladığı toplama nasıl bir kimlik atfettiğine odaklanmak yerinde olacaktır. “Kendi milleti” “kendi ilim insanları” “bilim tarihine Doğu’nun katkısı” “egemenler tarafından yazılan tarihin özgüvenimizi kırması” vs. vs. Erdoğan’ın arada sarf ettiği bir cümle tartışmanın bam telini vermektedir: “Ülkemin cumhurbaşkanı olarak başka medeniyetler karşısından ezik olmasını asla kabul edemem.”

Erdoğan burada “milletim” olarak hitap ettiği seçmen tabanının ruhunu okşayan bir ajitasyona imza atmaktadır. Muhafazakâr mahalledeki lümpen genç, cami cemaati, tarikat mensupları, AKP’li belediyelerle ve kamu kurumlarıyla akçeli işleri olan her boydan esnaf… Ancak bu tek başına oy avcılığıyla açıklanabilecek bir popülizm örneği değildir. Erdoğan din eksenli bir medeniyet adına konuşmakta, tabanına da parçası oldukları medeniyeti, bu medeniyetin ruhunu (ya da Alman Tarih Okulu’nun terminolojisiyle geist’ını/tinini) hatırlatmaktadır.

Mesele Erdoğan’ın fantezilerinden ibaret değildir. İnsanlık tarihinin nasıl okunacağına dair temel bir ayrımı yansıtmaktadır. Ayrımın bir tarafında tümelcilik, diğer tarafında tikelcilik vardır. Bir tarafında tarihsicilik, diğer yanında tarihselcilik vardır. Bir tarafında toplumları nesnel dinamiklerle, maddi koşullarla açıklama iddiası, diğer tarafında ise toplumları kendi geleneklerinin, kültürlerinin, değerlerinin içinden anlama çabası vardır. Bir tarafında evrenselcilik, diğer tarafında ise yerelcilik ya da kültürelcilik vardır.

Tartışmanın özü son cümlemizdedir, zira burada iki ayrı tarih anlayışı, iki ayrı dünya görüşü tartışmaktadır. Bir tarafta Aydınlanma ve ilericilik, diğer tarafta ise gelenek ve muhafazakârlık yer almaktadır.

İslâmcı ideoloji, İslâmiyet’i medeniyetin referansı ve üslubundan ibaret saymamakta, medeniyet kavramının tanımı olarak görmektedir. Bu noktada Erdoğan’ın bir süredir “paralel yapı” diye söz ettiği Gülen cemaati ile aynı medeniyet anlayışını benimsediğini vurgulamamız gerekiyor. Sözü cemaat tarafından yayımlanan Yeni Ümit dergisi yazarlarından Ayhan Tekineş’e bırakalım:

"Fizik ötesinin nakşının, mekâna, zamana ve insana işlenmesi sonucunda medeniyet ortaya çıkar. Bir bakıma insanların fizik ötesine ait mânâ ve idealleri hayatlarına ve fizikî çevreleri üzerindeki tasarruflarına yansıtmalarıdır medeniyet.

(…)

Medeniyet, başlangıç değil bir sonuçtur. Vahiyle bildirilen hakikatler, tarih içinde yol boyunca bir medeniyet inşa ederler. Nil nehrinin akış güzergahında akışa göre biçimlenip gelişen medeniyetler gibi vahiy ırmağının çağıldadığı mekanlarda ve tarihte de vahiy medeniyeti zuhur eder."[1]

Erdoğan’ın cümlesini yeniden hatırlayalım: “Ülkemin cumhurbaşkanı olarak başka medeniyetler karşısından ezik olmasını asla kabul edemem.” Amerika kıtasına gitmek ile kıtayı keşfetmek arasındaki farkı geçtiğimiz hafta Ender Helvacıoğlu tartıştı. Amerika’ya kıta dışından gittiği kanıtlı olan ilk toplum Vikingler. Ama yine de Amerika’nın kaşifi Kolomb’dur ve öncesinde Müslüman denizcilerin kıtaya ulaştığı kanıtlansa dahi bu durum değişmeyecektir. Çünkü Kolomb ile birlikte Avrupalılar Amerika kıtasına kalıcı olarak ayak basmışlar, aynı yoldan tekrar tekrar gidip buraya yerleşmişler, buranın ayrı bir kıta olduğunu saptamışlardır. Keşif budur ve farkında olmayan kıtaya ayak basıp orada kalıcılık kazanamamaktan farklı, ondan daha ileri bir adımı temsil etmektedir. “Kolomb değil Müslüman denizciler keşfetti” iddiasında buna rağmen ısrarcı olunması, geri kalmanın- Erdoğan’ın deyişiyle- “ezikliğini” hisseden bir toplumun tarihine dönerek övünecek bir unsur arayışına çıkması, bulduğu olumlu unsurları parlatmasının örneğidir. Erdoğan, İslâmiyet ekseninde kimlik inşasına yönelmiş bir kurucu iktidarın lideridir ve bu nedenle İslâm medeniyetinin içinden, onun sözcüsü olarak konuşmaktadır. İslâm medeniyetinin tinini yeniden üretmekte, tabanına bu tini hatırlatmakta ve bu tinin cisimleştiği "ulu’l emr" olmaya soyunmaktadır.

İslâmcı ideolojinin zihinsel evreninde Aydınlanma, Batılı bir ideoloji olarak görülür ve onun karşısına evrensellikle değil, İslâm medeniyetiyle çıkılması gerektiği varsayılır. Erdoğan’ın çıkışı biraz da bununla ilgilidir ve haksız bir şekilde küçümsenen Fuat Sezgin’in konumunu da açıklamaktadır.

Ne demişti Sezgin?

“Bunu yazdım, fakat bugüne kadar milletimden tek seda bana gelmedi. Bunun teessürü içindeyim. Ben bunlarla sizi harekete geçirmek istiyorum. (…) Kitapta yazılan her şey doğrudur. Gelecek zamanlarda bunların müdafaasını yapmaya kendinizi hazırlayınız.”

Sezgin, önemli bir bilimsel iddia ortaya koyuyor ama bilim camiasından değil “milletinden” seda gelmemesinin teessürü içinde olduğunu belirtiyor. Sonrasında ise çağrı yapıyor: Sizi harekete geçirmek istiyorum. Bunların müdafaasını yapmaya kendinizi hazırlayınız.

Çağrı kime yapılıyor? Yine bilim camiasına değil de millete. Bilimsel bir iddia koyuyor ve takipçisi olma görevini de millete yüklüyor. Çünkü Sezgin, evrensel bir bilim nosyonuyla ve büyük bir insanlık medeniyeti adına değil İslâm medeniyeti adına konuşuyor.

Sömürgecilik nasıl sıfırlanır?

Sezgin değerli bir bilim tarihçisidir. Bu alana katkısı, ideolojik olarak kendisiyle taban tabana zıt noktalarda olan Celâl Şengör[2] ile İleri Haber yazarı Alper Dizdar’ın[3] takdirlerini kazanmıştır. Meseleyi çetrefil kılan biraz da budur. Bu nedenle Sezgin’i hafife almak değil, bilime katkısını evrensel medeniyet aranışından ziyade İslâm medeniyeti çerçevesine hapsetme yönündeki tercihini hakkıyla tartışmak gerekmektedir.

Meseleyi hakkıyla tartışmak, keşif tartışmaları sıcakken verilen beklenmedik refleksleri anlamlandırmak için de gereklidir. Örneğin ülkemizin köklü popüler bilim dergileri arasında yer alan ve bilimsel düşüncenin yaygınlaşması için değerli katkıları olan Bilim ve Ütopya dergisi de Twitter hesabından keşif tartışmasına girdi. Dergi keşif sözcüğünün tarihsel anlamına ve Erdoğan’ın ders kitaplarına müdahale çabasına değinmeksizin Amerika kıtasına Kolomb’dan önce Fenikeli, Arap, Vikingli ve Çinli denizcilerin çıkmış olabileceği iddialarını öne çıkarmayı tercih eden bir dizi tweet attı. Örneğin “Erdoğan’ın bilim karşıtı olması, kaba muhalefetçiliğe yol açmamalı. Amerika'yı Kolomb'dan önce "keşfedenlerin" olduğu doğrudur” şeklindeki tweet’e, sıkı bir Bilim ve Ütopya okuru olduğunu anladığımız bir kişiden gelen şu anlamlı yanıt karşısında dahi tutumlarını değiştirmediler: “yanlış.. Kolomb’dan önce Amerika karasına çıkılmış.. Ancak yeni bir kıta olduğunun keşfi Kolomb’la..”[4]

Konu Bilim ve Ütopya olunca siyaset de devreye girmektedir ve buradaki tutumlarının “cemaate karşı Erdoğan” politikalarına bağlanması muhtemeldir. Ancak bu açıklama çok basit kaçacaktır. Bu nedenle aynı çevrenin yönetiminde olan Kaynak Yayınları’nın İbn Haldun’da Uygarlıkların Yükselişi ve Çöküşü başlıklı derlemesinin sunuş kısmına değinmemiz yerinde olacaktır.

İlgili sunuşta “Atatürk’ün önderliğinde yürütülen Türk Devrimi ve Aydınlanmasının kökleri Türk ve İslam kaynaklarının tarihinde ve derinliklerinde yatar” denmekte; sunuşun “Yeni Bir Avrasya Uygarlığına Doğru” başlıklı kısmında da Kaynak Yayınları’nın “Avrasya’dan yükselecek yeni bir uygarlık dalgasına kendi çapında bir katkıda bulunmaya çalıştığı” belirtilmektedir.[5]

Başlığı tekrar ediyoruz: Bu bir medeniyet tartışmasıdır.

Sömürgecilik, bıraktığı tüm izlerle birlikte sıfırlanmalıdır. İnsanlığın ortak mirasına Batı dışından gelen katkıların hakkı teslim edilmeli, Jack Goody’nin adlandırmasıyla “tarih hırsızlığı” son bulmalıdır. Ancak sömürgeciliği ve tarih hırsızlığını sıfırlamak “Batı’ya karşı Doğu” ya da “Hıristiyanlığa karşı İslâmiyet” ekseninde değil, bir evrensel medeniyet ekseninde mümkün olacaktır.

Yeni cumhuriyet, yeni medeniyet…


[1] Tekineş, Ayhan. Medeniyetlerin Kuruluşunda Hicret. Yeni Ümit (83): Ocak-Şubat-Mart 2009. http://www.yeniumit.com.tr/konular/detay/medeniyetlerin-kurulusunda-hicret#.UUUmeRz8FOI Son erişim tarihi: 2 Temmuz 2013.

[2] Bkz. Şengör, Celâl. 2013. Bilgiyle Sohbet. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s. 741-748.

[3] Dizdar, Alper. “Eski Cumhuriyet, Yeni Cumhuriyet” Sol gazetesi, 25 Ekim 2013. http://bilimsol.org/bilimsol/blog/direnbilim/eski-cumhuriyet-yeni-cumhuriyet Son erişim tarihi: 24 Kasım 2014.

[5] Turan Dursun ve Ümit Hassan. İbn Haldun’da Uygarlıkların Yükselişi ve Düşüşü (İstanbul, Kaynak Yayınları, 2012) içinde Kaynak Yayınları, “Sunuş”, s. 9 ve 14.