Çağrı Saray'da boşluk ve dehşeti

Çağrı Saray'da boşluk ve dehşeti

Galerinin bir başka duvarına sanatçı şu notu düşmüş: “Bu karanlık su ne deniz ne de çocukken kıyısında koştuğumuz dere…”

Rahmi Öğdül

Kimi yazarlar evreni bir karışıklık, bir kördüğüm ya da her şeyin iç içe geçtiği bir yumak olarak temsil etmeye çalışırlar. Yazınsal evrenleri, içinden çıkılmaz bir karmaşıklık; bir araya gelerek her olayı belirleyen son derece ayrışık öğelerin eşzamanlı birlikteliğidir. Aksine sanatçının evreni, aralarında boşluklar bulunan tekil olaylarla inşa edilmiştir; evrenine dahil ettiği her yapıt, Walter Benjamin’in belirttiği gibi, kendi özerkliğini ve diğer yapıtlarla arasındaki mesafeyi korur: “Sanat eserlerinin her biri, yetkileri sonucu, birbirine uzak durur.” (Tek Yön, YKY) Ve sanatçının ayrı ayrı duran yapıtları bir galeri mekânında bir araya geldiklerinde, izleyici önce tek tek yapıtlara, yani parçalara yönelecek, parçaları duyumsamaya ve anlamaya çalışacaktır. Fakat izleyici parçaları duyumsamakla asla yetinmez, parçalar arasındaki görünmez bağları da duyumsanır kılmak ve bütüne ulaşmak isteyecektir. Her özne gibi, her izleyici de bütüne ulaşmak, ait olmak için çabalar. Ancak parçalar arasındaki bağlar verili değildir, duyumsal ve düşünsel bir çabayı gerektirir. Oysa bir edebiyat yapıtında parçaların arasındaki ilişkiler verilidir, yazar tarafından olay örgüsüne yerleştirilmiştir. Galeri mekânında parçalar arasındaki henüz mevcut olmayan bağları yaratması gereken, zamansal ve mekânsal bir belirlenim olan öznedir. Galeri o yüzden iticidir, içine girebilmek cesaret ister. Verili olmayanı kurmak zorunda olan özne, galeri mekânına girmeyebilir ve zamanını verili olanlar arasında geçirebilir. En çok da galerinin beyaz boşluğu korkutur insanı. Boşluk, henüz mevcut olmayan anlam ağlarının inşasını gerektirir. Gündelik hayatta verili olanlar arasında koşuşturmaya alışkın özne, boşluğa adım atar atmaz verili olan anlam dünyası çökebilir ve anlamsızlığa düşebilir: Horror Vacui ya da Boşluk Dehşeti.

Çağrı Saray, ev olarak kullanıldığı zamanların mekânsal izlerini taşıyan Beşiktaş Akaretler’deki Vision Art Platform’da açtığı ve 01.12. 2022 – 10.01.2023 tarihleri arasında açık kalan Horror Vacui adını taşıyan sergisinde, hazır nesne olarak kullandığı kendi evine dair bellek nesneleriyle ve çok farklı mecralarda (video, fotoğraf, resim, heykel, desen, hazır nesne, gravür) ürettiği yapıtlarıyla kendi ev/renini yaratmıştır. Bir zamanlar ev denilen anlam evreninde birbirleriyle ilişkili olan bellek nesneleri, galerinin boşluğunda birbirlerinden uzak ve ilişkisiz durmaktadır. Ve her nesne, evcilliğini terk edince tekil ve tekinsiz bir olaya, kendi başına bir anlam merkezine dönüşür. Evcil ilişkiler ağı içindeyken üzerinde hiç düşünmediğimiz sıradan nesneler yabancılaşır ve yabancı bir evrenin rahatsız edici nesneleri haline gelir. Ve galeri mekanındaki izleyici, nesneler üzerinde düşünmek ve sanatçının kurduğu anlam evrenine kendini yerleştirmek zorunda hisseder. Aksi takdirde galerinin boşluğuna, anlamsızlığa düşecektir. Çağrı Saray, son sergisinin temasıyla galeri mekânının boşluğunu öne çıkarıyor ve boşluğun yaratıcı gücünü, sanat yapıtının algılanmasında oynadığı pozitif rolü vurguluyor. Algı psikolojisinde nesne ya da form, pozitif olarak tanımlanırken, içine yerleştirildiği boşluğun payına ise nedense negatiflik düşer. Çağrı Saray bunu tersine çeviriyor; boşluğu başrole taşıyarak pozitiflik mertebesine yerleştiriyor. Boşluk olmasaydı, kendi anlam ağlarımızı asla öremezdik. Boşluk, özneyi edilgen konumdan çıkarıp yaratıcı olmaya zorluyor.

Sanatçı Çağrı Saray’ın boşluk üzerinde düşünmek ve boşluk temalı bir sergi açmak konusunda esinlendiği kişi bir yazardır, Peter Handke: “Doğa yasalarınca belirlenen bir şey dehşet: bilinçteki horror vacui. Tasarım oluşmak üzereyken, birden tasarlanacak bir şeyin kalmadığını anlıyor. Bir süreden beri üzerinde yürüdüğü şeyin hava olduğunu ayrımsayan bir çizgi film kahramanı gibi düşüyor sonra.” (Mutsuzluğa Doyum, çev. Zeynep Sayın, Ada Yayınları, 1985). Boşlukta yürümeye çalışan bir ip cambazı… Her an dengesi bozulabilir ve boşluğa düşebilir. Üstelik ip de mevcut değil; özne, üzerinde yürüyeceği ipi tasarlamak zorunda; tasarlayamadığı takdirde Peter Handke’nin kahramanı gibi boşluğa düşecek. Eski bir deyiş ne diyordu? “Yol yoktur, sen yürürsen yol olur”. Galerinin boşluğundaki özne de aynı sorunla karşılaşır; parçaları birbirine bağlayan ipler henüz mevcut değildir. Üzerinde yürüyeceği ve dengesini sürdüremediği takdirde boşluğa düşeceği ipi tasarlamak zorunda. İp, ancak parçalar arasında, bir parçadan diğerine yürüdükçe olur. Parçalar arasındaki anlam ağları böyle kurulur. Zamansal ve mekânsal bir belirlenim olarak öznenin havada asılı kalması ve boşluğa düşmemesi, var olabilmesi inşa edeceği anlam ağlarına bağlı: “İnsan, kendi ördüğü anlam ağlarında asılı kalmış bir hayvandır” (C. J. Geertz).

Kapı zili, 2001, 20 x 30 cm, Ed. 3+1

Galerinin beyaz duvarına yerleştirilmiş bir kapı zili; sağında ve solunda, bir zamanlar ait olduğu evin koordinatlarına atıfta bulunan ölçüler yazılı, “Çağrı Saray’ın ilk evinin zili.” Sanatçı da, galerinin boşluğunda koordinatları tanımlı bir noktadır. Galeridesiniz ve sanatçıyla aynı koordinatlarda bulunuyorsunuz. Bir valiz, mermerden, “O’nun valizi”. Tanıdık, fakat bir o kadar da yabancı, tanıdık yabancı, yani tekinsiz bir valiz. Valizi yerinden kaldırmak çok zor, mermerin ağırlığı sizi yere yapıştırır. Yer, sanatçının evidir. Valiz, evde biriken anılarla dolu; bir bellek. Valiz hazırdır ama yerinden koparamaz insan. O yüzden evinden asla ayrılamaz. Ne demişti Kavafis? “Bu şehir peşini bırakmayacak. Aynı sokaklarda dolaşacaksın. Aynı mahallede yaşayacaksın; aynı evlerde kır düşecek saçlarına.” Valiz, sanatçının annesine ait, evi sığdırmıştır içine.

O’nun valizi, 2021, mermer heykel, 90 x 60 x 25 cm

9 kapı, 2022, ahşap kapı parçaları, değişken boyutlar

Ve aynı odanın duvarlarında farklı evlere ait kapı parçaları asılı, “9 kapı”. Başka ev/renlere taşındığınızda kapılar değişebilir ama valiz hep aynı valiz, valizin içine yerleşirsiniz. Evin mekânı, babanın mekânıdır, evin zamanı da öyle. Aynı katta bir başka duvarda babanın saatiyle karşılaşırsınız. Çağrı Saray, “Babamın Saati” adlı tuval üzerine mürekkeple ürettiği deseninde saat denilen makinenin çarklarını görünür kılıyor.

Babamın Saati, 2021, tuval üzerine mürekkep, 120 cm çap

Saat, zamanı ölçen bir makinedir ve hayatları döndüren, saatin çarklarıdır. 20. yüzyılın başında Le Corbusier, “Ev bir yaşam makinesidir” diyordu, saatin çarklarıyla işletilen ve saate göre işleyen bir makine. Evde her şey bir saat gibi tıkır tıkır işlemeli. Ve saatin tik taklarına, babanın daktilosunun tıkırtıları eşlik ediyor. “Tpex” adını taşıyan enstalasyonunda Saray, babasının daktilosunu ve Tipp-Ex markasıyla üretilmiş daktilo silgisini ve babanın notlarının yer aldığı kartoteksleri yerleştirmiştir galerinin boşluğuna. Ev denilen mekânın metnini yazan babadır, hatalarını düzelten de baba. Daktilo ile saatin ritimleri uyumludur. Baba, saatin ritmiyle daktilosunda metinler üretir. Ve bu metinler, babanın başka metinlerde kullanacağı dip notlarıdır. Dip notlar, makinenin ritmi.

Tpex, 2021, enstalasyon, değişken boyutlar

Çağrı Saray kendini galerinin boşluğuna gizlemiş. “Sarayburnu’nda Ritüel” başlıklı video yerleştirmesindeki diyalogda “anne soylu” olduğunu ele verir. Sanatçının, Hermann Hesse’nin 1930’da yazdığı “Narziss ve Goldmund” romanından alıntıladığı fragmanlardan oluşturduğu diyalog, Sarayburnu’ndaki bir bankta oturan üç arkadaş arasında geçer. Hemen arkalarındaki banka oturup siz de diyaloğa kulak misafiri olabilirsiniz. Anlatılan, yitirilen çocukluğun zamanı ve annenin imgesidir: “Benim anne soyundan geldiğimi ilk senden işittim… Bunu nasıl da unutabildim, hayret! Ömrümde hiç kimseyi annem kadar sevmedim, öylesine katkısız, öylesine yakıp kavuran bir sevgiydi işte. Ömrümde hiç kimseye annem kadar hayranlık duymadım… bu ışıl ışıl görüntüyü nasıl oldu da ruhumda karanlıklara gömebildim.”

Sarayburnu’nda Ritüel, 2001-2022, enstalasyon (video 4’, fotoğraf, duvar yazısı), değişken boyutlar

O (She), 2022, asitsiz kağıt üzerine mürekkep, 140 x 210 cm

Yitirdiği imgeyi karanlıktan çıkarmak ister. Fakat anneye dair bellek bulanıktır, tıpkı konturları dalgalar halinde çoğalan çizimlerindeki kadın gibi, “O (She)”. Saray, annesinin kendisine yazdığı mektupları beyaz bir zemin üzerinde, ancak dokunarak okunabilecek şekilde, kabartmalar halinde yeniden üretmiş, “Bir annenin oğluna yazdığı mektuplar”. Annenin mektuplarında, annenin dokunsal niteliğini öne çıkarır. Baba görsel ve işitseldir, anneyse dokunsal. Anne kendi mekânını, yani oğlunu dokunarak yaratmıştır. Anneyi duyumsamak için babanın görselliği ve işitselliğinden kaçmak ve dokunsallığa ulaşmak gerekir. Çağrı Saray’ın mermer bir valizi andıran evin belleğinden kaçmak için yarattığı kaçış yolu, valizi olabildiğince hafifletmektir. Eve dair imgelerin konturlarını çoğaltarak desenlerinin düzlemini denizin yüzeyi gibi dalgalı hale getirir ve artık ufka doğru yolculuğa çıkabilir, “2 ufuk çizgisi, 2021, 2 adet fotoğraf ve metronom.” “Tuttuğun yolun seni nereye çıkaracağını zaman gösterecek. İlk ağızda seni annene geri götürdü bu yol, ilerde seni ona daha da yaklaştıracak” (Sarayburnu’nda Ritüel).

Annemin notları, 2022, 18 parça gravür, değişken boyutlar 

2 ufuk çizgisi, 2021, 2 adet fotoğraf ve metronom, her bir fotoğraf 100 x 70 cm Ed. 3+1 

İki video, bir kaset ve üç çizimden oluşan “Kaldığımız yerden devam ediyoruz” başlıklı enstalasyon, eksilerek yola devam etmenin öyküdür. Eksilen annenin imgesidir. Annesi ve kardeşiyle birlikte 1983’te kaydedilmiş ses kaydını içeren kaset/bellek, yeniden üretilen videolarda tekrarlanırken zamansal bir belirlenme olan anne görsel bellekteki imgesel varoluşunu yitirir, ufkun ötesindeki yeniden keşfedilecek bir ülkeye dönüşür.

Kaldığımız Yerden Devam Ediyoruz, 2001-2020, enstalasyon (2 video, 1 kaset, 3 çizim), değişken boyutlar

Galerinin bir başka duvarına sanatçı şu notu düşmüş: “Bu karanlık su ne deniz ne de çocukken kıyısında koştuğumuz dere…” Yazının hemen yanı başında, tekerlekli bir pazar arabasına yerleştirilmiş bir saksı bitkisinin fotoğrafı; saksı evin yerleşik nesnesidir fakat artık yolculuğa çıkmaya hazır, “Hasta Benjamin.”

“Bu benim için kaçınılmaz olan bir sonun-düşüşün bir an öncesi. Bu düşüş, terk edişler, terkedilişler ve kayıpları içinde barındırıyor.” (Çağrı Saray) Düşebilmesi için insanın altında boşluğun olması, verili olanın ağırlığından kurtulup hafiflemesi ve havalanması gerekir. Ve ancak o zaman tasarlayabilir, üzerinde ip cambazlığı yapacağı kendi anlam ipini. Evin ve yerin klişelerinden kopan ve yeni anlam ağları inşa eden birey, yaratıcı bir bireydir, yaşadığı Boşluk Dehşeti ise yaratıcı bir dehşet. Düşerse tekrar klişelerin çukuruna düşecektir. Peki, evden ve yerden kopamayanların, evin penceresinden bakarak dışarısını, ötekileri evin değerleriyle yargılayanların, sürekli klişeler üretenlerin yarattığı dehşete, katliamlara, soykırımlara ne demeli?

Hasta Benjamin, 2022, fotoğraf (fine arts kağıda pigment baskı), 100 x 70 cm, Ed. 3+1

DAHA FAZLA