Rıfat Ilgaz ve Hababam Sınıfı (Ali Ekber Ataş)
Rıfat Ilgaz’ın “Hababam Sınıfı”, tıpkı Cervantes’in “Don Kişot”u gibi kendi çağının toplumsal eleştirisi olduğu kadar, Rıfat Ilgaz da çağının tanığı, “Hababam Sınıfı” da çağının toplumsal eleştirisini çırılçıplak gözler önüne seren aynasıdır. Cervantes’in romanında Don Kişot karakteri ne ise, Ilgaz’ın “Hababam Sınıfı”ndaki Kel Mahmut karakteri de o!
Kültür Bakanlığı tarafından hazırlatılan ve editörlüğünü Sevengül Sönmez’in yaptığı Rıfat Ilgaz kitabındaki şu tümce çok dikkat çekicidir:
“Sanata saygı çok önemli bir değer olarak algılanır onda. 1970’li yıllarda kitaplarından film için senaryo çıkartma hakkını alanların kendisini çok üzdüğünü belirtir ve bunun nedenini şöyle açıklar:
“Hababam Sınıfı gibi yüz binlerce baskı yapmış toplumca bilinen, sevilen bir güldürü romanını filmini çevirirken kendiliklerinden yeni tipler, yeni olaylar ekleyecek kadar sanatı hafife almaları görülmüş şey değildir. Eserin içeriğine tümüyle aykırı düşen, bu davranışın çekilen filme bir şeyler kattığını ileri sürebilmeleri bence sanata da, sanatçıya da büyük bir saygısızlıktır. Verdikleri parayla yalnız kitabımdan senaryo çıkarma hakkını değil, beni de, bütün kişiliğimle satın aldıklarını sanıyorlar… (s. 55).”
“Kimliğini ve kişiliğini oluşturan değerleri her türlü baskı ve şiddette karşı koruyan, yönetime yakın görünerek imtiyaz peşinde koşmayan, sanatından asla ödün vermeyen büyük bir sanatçının dile getirdiği yüce değerler, tüm sanatçı, aydın, halk, yönetici tarafından görülmeli, gençler de ülkesinin geleceği adına ulusal ve evrensel ilkelerde bütünleşip toplumun çıkarları için ön saflarda yer almalıdır. İnanıyoruz ki, bu toplumda değerlere böylesine sahip çıkanlarla ulusumuz gerçek ülküye kavuşacak ve sorunlarını kolayca çözümleyecektir…”
Toplumsalcı Türk Şiiri’nin yasaklı, aydın şairlerinden. Eli yüzü tebeşir tozu içinde. Karatahta başında, tebeşir kokulu sınıflardan hayata akan sözler biriktirmiş, öğretmen yazarlarımızdan. Evinin dışında, eşinden, çocuklarından uzakta yaşamak zorunda bırakıldığı üç yeri oldu: Köşe bucak aranırken polisleri atlattığı sokaklar… Hapishaneler… Ve Sanatoryumlar (hastaneler)…
Rıfat Ilgaz da, birçok toplumcu yazarımızda olduğu gibi, Server Tanilli öğretmenimizin dediği üzere, “Dil, gitgide yalınlaşır, açık ve akıcı bir nitelik kazanır. Tanıdığı çevrelerin insanlarını, onların duyguları, özlemleri ve çelişkilerini, yine onların diliyle yansıtır şiir(lerinde, yazılarında); yerine göre halk deyimlerinden de yararlanır…”
Rıfat Ilgaz’ın çocuklara yönelişi ve çocuklar için yazmış olmasının temelinde öğretmenliği yatar. Belki de onu, kuşaktaşlarından ayıran, belli başlı en özgün yanı da bu. Dahası, kaçak göçek yaşamak zorunda bırakıldığı zamanlarında, çocuklarından uzak bir babanın hasretini dile getirişi olarak da görmek mümkün, bu yanını:
“Sınıfın ozanıyım, mimli./Hababam Sınıfı’nın yazarıyım ünlü./Kim ne derse desin çocuklar için yazdım ben.” diyen bir baba ve öğretmen…
Dostoyevski, Don Kişot (Don Quijote) için şöyle der: “İnsan düşüncesinin son ve en yüce sözcüğü.”
Cervantes hapishanede yazmış bu romanı. İki bölüm (1605-1615) halinde de yayımlamış.
Dünya edebiyatının en ünlü, en çok okunan romanı Don Kişot. Modern romanın da ilk örneği (sayılır). 17. Yüzyıl İspanya’sının çöken derebeylik sisteminin (feodalite) toplumsal bir eleştirisidir. Asıl ününü, her çağ ve dönemde kendini yenileyen ve onu klasikleştiren özüne, dilindeki yalınlığa, kurgudaki ustalığa, yazarın geleceğe ilişkin insanlığın hayallerinin peşinde, sürekli değişimin ve gelişmenin izinde oluşundan alır. Bu yüzyıl, şövalyeliğin ölmeye yüz tuttuğu, sistemin de çökmeye başladığı bir yüzyıl. Cervantes, çağın gerisinde kalan derebeylik düzeninin geçmişten getirdiği katı geleneğin, değişmez kuralların boğuntusu içinde sıkışan toplumun bu açmazını, komik şövalye öykülerinin bir bileşimi olarak yazmıştır bu romanını.
Don Kişot karakteri yaşlı bir şövalyedir. Sürekli şövalye öyküleri okur. Kendini bu serüvenlere kaptırır. Deli denilecek kadar da aklı karışık biridir. Uşağı Sancho Panza, Don Kişot’un, hayatın gerçekliği ile kurduğu tek bağıdır belki de. İnsan aklının tamamıyla hayallerin kontrolüne geçmesinin önündeki tek engel. Ne ki, hayallerin aynı zamanda, hayatın sürüp giden akışı içinde, her an yaşanabilir oluşunun da tek gerçekliği. Çağının eleştirisini yapar. Büyük bir felsefi metin/yapıt olarak kabul edilmektedir.
“Hababam Sınıfı”, Türkiye’nin eğitim dizgesinin çarpıklığına, bir okul üzerinden getirir eleştirisini. Romandan uyarlanan, dahası romanla uzaktan yakından ilgisi olmayan filmi herkes biliyor. Yazarından çok tanınıp bilinen aynı adla uyarlanan “Hababam Sınıfı” serisi filmlerin, her izlendiğinde bizi güldürerek hoş saatler geçirttiği doğrudur. Ne ki, filmin bunca seviliyor olmasının temelinde salt, sinemanın etkili olduğu söylenemez. Asıl gücünü, Rıfat Ilgaz’ın; bir sosyal antropolog, toplumbilimci, eğitimci, öğretmen ve büyük bir mizah ustası olmasına borçludur dersek, daha doğru olur bu. Çoğu kimse bilmez. Rıfat Ilgaz’ın bu yapıtını yazarken neler yaşadığını. Kitabın yazılma ve basılma hikâyelerini, filme alınmasını, “hangi aşamalardan geçerek, kimlerin eline düştüğünü, kimlerin bu yapıt üzerinden neler kazandığını (bir tek yazarı kazanamadı) ve hâlâ da kazanmaya” devam edişlerini.
Rıfat Ilgaz’ın “Hababam Sınıfı”, tıpkı Cervantes’in “Don Kişot”u gibi kendi çağının toplumsal eleştirisi olduğu kadar, Rıfat Ilgaz da çağının tanığı, “Hababam Sınıfı” da çağının toplumsal eleştirisini çırılçıplak gözler önüne seren aynasıdır. Cervantes’in romanında Don Kişot karakteri ne ise, Ilgaz’ın “Hababam Sınıfı”ndaki Kel Mahmut karakteri de o! Ne ki, Cervantes, roman kurgusunu, sistemin eleştirisini yel değirmenlerine savaş açan yaşlı kahraman şövalyeyle yaparken, Rıfat Ilgaz Kel Mahmut üzerinden yeni bir dünyanın inşasına ve onu sonsuza devam ettirecek bireyin yetiştirilmesine; bir ayağı topal, gözünün biri kör olsa da, bilimsel eğitimi vermeye çalışan, ama bunu mizahın güldürerek düşündüren örgüsü içinde kalarak, bir okul üzerinden sisteme yapar eleştirisini. Yapmakla kalmaz, salt bunu okulla da sınırlı tutmaz. Rıfat Ilgaz’ın yakın arkadaşlarından İlhan Selçuk’un da dediği gibi “Hababam Sınıfı, herhangi bir okulun yatılı sınıfıdır… Ve Hababam Sınıfı’nda hepimizin dirsek çürüttüğü sınıfların en sıcak, en tatlı havası dalgalanır, Rıfat Ilgaz’ın kadife gibi Türkçesiyle…
Bu kadar bizim içimizden, bu kadar bizden kitap yazılmadı sanırım. Batı edebiyatı örneklerine dikkatle öznen kalemlerimiz çoktur; ama Hababam Sınıfı’nın korkunç bir sadelik içinde bizim çizgilerimizi rahatça yakalaması hepimizi düşündürmelidir. Bazen kolay gibi görünen edebiyatın en zor olduğunu anlamak için insanın çetin çetin denemelerden geçmesi gerekiyor.”
Hababam Sınıfı’nın kahramanları arasında adı konmamış bir insan sevgisinin yoğunluğu elle tutulur gibidir; öğretmenler –Sıfırcı Hamdi başta olmak üzere- öğrencilerini sevecenlikle kuşatırlar…
Okul yönetimi üzerinden sistemi oluşturan unsurların tutuculuğuna, eğitimi ticari bir kazanç kapısı olarak düşünen tüccar zihniyetine, kafaca ve bedence yaşlı (sistemin eskidiğine vurgudur bu) öğretmenler, okul sahibinin de olaya eğitimbilimsel (pedagojik) boyutuyla değil, para ve kazanç boyutundan baktığını görürüz romanda. İspanya’nın modern topluma geçemeyişini, yel değirmenleri üzerinden yapar Cervantes.
Kel Mahmut, modern, çağdaş Cumhuriyet’in yetiştirmek istediği eğitimci, olması istenen öğretmenin ta kendisidir. Dahası, aynı niteliklere sahip bireyidir de. Kel Mahmut üzerinden biz, insan olabilmeyi, öğretmen olmadan, “eğitimci nasıl” olunabilirliği, en aşılamaz sorunların üstesinden “nasıl insancı çözümler bulunarak” kalkılabilineceğini, hatta Rıfat Ilgaz’ın bu dünya çapındaki eserini sulandıran ve gerek eğitimbilimsel (pedegojik) ve gerekse ahlaki olarak da doğru olmayan şişirme bir sorunun (evli bir lise öğrencisinin bebeğin okula getirilmesi) üstesinden öğrenciye zarar verilmeden “nasıl” gelinebilineceğini de öğreniyoruz. Bütün bunları, Rıfat Ilgaz’ın ileriyi gören bir aydın, çağdaş bir öğretmen ve dünya çapında mizahçı, sanatçı, şair ve yazarlığına borçluyuz. O salt; şair, yazar, mizah ustası, gazeteci ya da öğretmen değil. Tıpkı Nâzım Hikmet gibi, toplumbilimci, sosyal antropolog, sosyolog özellikleriyle sıradışı bir insan olduğunun da göstergesidir ve “Hababam Sınıfı” da, halkımızı bize gösterip anlatan aynasıdır, toplumumuzun. Rıfat Ilgaz’ın üstün yaratıcılığı, sıradışı gözlemciliği, aydın kimliği, “ergin akla” ulaşmış ödünsüz kişiliği ve yukarıda saydığımız niteliklerinin bir sonucu olarak görmek gerek bu eseri/yapıtı.
Okul dediğimiz, eğitimin bilimsel temellere oturtularak verildiği yerlerde okumayı biz, Cumhuriyetle kazandık. Kel Mahmutlardan öğrendik okul sıralarında olgunlaşmayı. Hababam Sınıfı’nın karakterlerine baktığımızda, onları hayatın her alanında görebiliriz, bugün bile. Hâlâ varlar ve yaşıyorlar. Ne ki, bazıları da, “Rıfat Hoca rolleri bana göre yazıyordu” diyecek kadar ileri de gidebiliyor. Yetmiyor, Hababam Sınıfı filmlerinde rol alan on- on beş oyuncu, resmi bir okul olan Abdurrahman Paşa Lisesi’nin de ön ayak olduğu bir çalışmayla, Rıfat Ilgaz’ın, Cide’de olmayan mezarı başında, onu anmak için toplanmaları ise, tam bir komedi, dahası traji-komik bir durum.
Rıfat Ilgaz, “Hababam Sınıfı” romanındaki tipleri, kendi gerçekliklerinden koparıp, birer sanatsal, edebi gerçekliğe dönüştürerek, mizahın çarpıcı diliyle veriri. Bunu yaparken, hem eğlendiren hem düşündüren bir mizah dili örgüsüyle yapar. Bu başarı, Rıfat Ilgaz’a özgü bir başarı olsa gerek.
Son olarak şunu söylemek gerek:
İspanya’da ve dünya edebiyatında, Cervantes ve Don Kişot ne ise, Türkiye’de ve gelecekte dünya edebiyatında (daha şimdiden) Rıfat Ilgaz ve “Hababam Sınıfı” da o…
Gerisi “lafı güzaf”…