Bir ilk kitap: Belki Bir Gün Uçarız

“Belki Bir Gün Uçarız”da, oldukça enerjik, alaycı ama aynı zamanda da mustarip bir anlatıcıyı dinliyoruz. Yaşadığı toplumu ve çağı sevdiği pek söylenemez, fakat inkar da etmiyor. Başka bir toplumsal yapıda yaşıyormuş gibi davranmıyor, yalnızca bu delilik çağında aklını muhafaza etmeye ve yaşamaya çalışıyor.

Onur Bayrakçeken

Bir yakınınızın ölümünü beklediniz mi hiç? Beklediyseniz, Aylin Balboa'nın anlatıcısını çok iyi anlayacaksınız. “Belki Bir Gün Uçarız”, yoğun bakım ünitesinin başında, hastane koridorlarında ve şehrin sokaklarında bir "dertleşme". Biraz alaycı, biraz kalender, ama kalbinizde bir tortu hüzün bırakmadan bitmiyor!

1980 doğumlu Aylin Balboa, blog’undaki ve kimi dergilerdeki yazılarıyla bilinse de raflar için yeni bir yazar. İlk kitabı olan “Belki Bir Gün Uçarız”, İletişim Yayınları’nca basıldı. Roman deseniz değil, öykü deseniz değil: Sevimli ve güzel bir kapak tasarımına sahip (Suat Aysu’nun eline sağlık); yalnızca 147 sayfalık, ufak ufak öykülerden oluşan kısa bir otobiyografik anlatı diyelim.

Belki Bir Gün Uçarız”da, oldukça enerjik, alaycı ama aynı zamanda da mustarip bir anlatıcıyı dinliyoruz. Yaşadığı toplumu ve çağı sevdiği pek söylenemez, fakat inkar da etmiyor. Başka bir toplumsal yapıda yaşıyormuş gibi davranmıyor, yalnızca bu delilik çağında aklını muhafaza etmeye ve yaşamaya çalışıyor. Örneğin, “Kutu” adlı öyküde, ev bakarken emlakçıların “tutarlı yalanlarından” (amiyane tabirle söylersek: çakallık, üçkağıt) şöyle kaçıyor: “Hiçbir dediklerini inkâr edemedim. Ama gösterdikleri o korkunç delikleri tutacak kadar da aklımı yitirmemiştim.” (syf.18).

En başta “yoğun bakım ünitesinin başında, hastane koridorlarında ve şehrin sokaklarında bir ‘dertleşme’” demiştim “Belki Bir Gün Uçarız” için. Aylin Balboa, ölümlerin ve ölümü bekleyenlerin arasında şehri koşup duruyor. Birinin ölümünü beklemek, çoğu zaman ölümün kendisini beklemekten daha zordur. Aylin Balboa bunu şahane bir dille ve çok sahici anlatıyor. O alaycı ve kalender havasını hiç bozmadan okuru hüzne gark ediyor: “Yoğun bakımda yatan bir yakınınız varsa sizin için dünyanın en saçma mesaisi de başlamış demektir. Hastanız tıbba emanet olduğu için bir refakatçilik durumunuz yoktur. Yapabileceğiniz hiçbir şey olmadığı için yanında size yer yoktur. Kaybetme korkusundan aklınız çıktığı için uzağında durmaya cesaretiniz de yoktur.” (syf.41). İşte, böyle bir “çıkmaz”ı yaşayan bir kadını okuyoruz “Belki Bir Gün Uçarız”da. Bu kadın, bu çıkmazın içinden şehri ve hayatı koşmayı da bırakmıyor. Hangimiz bırakabiliyoruz ki?

Aylin Balboa’nın rahat ve akıcı bir üslubu var.  Sürprizli dilini nerede yavaşlatıp nerede hızlandıracağını iyi biliyor. Meşhur boksör Muhammed Ali, dans eder dans eder, rakibi yorulduktan sonra onu seri yumruklarla nakavt ederdi. Aylin Balboa’nınki de o hesap: Sakin cümlelerle giderken bir anda bir delilik şöleni başlatıyor ve sizi nakavt ediyor.

Aylin Balboa, konuşma dilini de ustalıkla kullanıyor. Anlatıcı ses, sanki bizimle dertleşiyor; ya da biz onunla beraber düşünüyoruz, onunla beraber çişimiz geliyor, yolların kapatılmasına bozuluyoruz, taksiciye ve emlakçılara söyleniyoruz. Ancak her ne yapıyorsak mutlaka beraber yapıyoruz.

Aylin Balboa’nın bu samimi üslubunun sacayaklarından en önemlisi mizah ve alaycılık. Argoya hakimiyetini de alaycı üslubunu oluştururken oldukça iyi kullanmış. Ölüm döşeğinde bir hastaya bakım ne kadar zor, dramatik; ama aynı zamanda hayranlık uyandırıcıdır. Aylin Balboa, işte bunu anlatırken bile gülümsetebiliyor: “Ona yaptığım manikürü kendime yapmıyorum lan, doktorlar ölüm döşeğinde dedikçe ben manikür yapıyorum.” (syf. 45). Gülümsüyoruz, çünkü bunca acının arasında bile umut edebiliyor insan ve alaycılık en dipteyken bile umut edebilmenin en büyük dayanağıdır.  

Bir söyleşisinde* şöyle söylemiş Aylin Balboa:  “Rocky’nin bütün dövüşleri kazanmasının sebebi iyi vurması değil çok güzel dayak yemesi aslında.” Nitekim, seçtiği soyada yakışır bir biçimde kendisi de “Belki Bir Gün Uçarız”da “çok güzel dayak yemeyi” anlatıyor okura. Albert Camus, “Gölgesiz güneş yoktur ve geceyi tanımak gerekir,” demiş. “Belki Bir Gün Uçarız”, çok güzel dayak yemenin ve geceyi tanımanın anlatısı!

Benim bir abim yok, babamsa hayatta, fakat yaşayan herkes yaralanmalara açıktır. Bu yüzden “Belki Bir Gün Uçarız”ı okurken insan şöyle bir kendisini yokluyor, başını vücudunu falan elliyor, “Ben burada mıyım?” diyor, “yoksa kitabın içinde mi?”

Çıkın ve dolaşmaya başlayın: ölmekte olanlar, âşık olduklarınız, acayip güzel bir kadın ya da adam, çişiniz… Aklınızdan ve kalbinizden geçenler, Aylin Balboa’nın kitabı olacaktır.

*Serap Uysal, “Aylin Balboa: “O kadar çok kimseyi kurtaramadım ki inanamazsınız”, http://www.edebiyathaber.net/aylin-balbao-o-kadar-cok-kimseyi-kurtaramadim-ki-inanamazsiniz/

KÜNYE: Belki Bir Gün Uçarız, Aylin Balboa, İletişim Yayınları, 2014,148 sayfa

 
 

DAHA FAZLA